Vazgeçmeyen Giremez

Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Mutluluğun Pusulası

Mutluluk, bakmış ki kıymetini bilmiyor insanlar kendini fark ettirmek, değerini idrak ettirmek...
Devamını Oku
Fotoğraf: Gül Ayyıldız

Nedir vazgeçmek? Değer arz eden kişi, olay ya da duruma arzulu olma halini terk etmek mi? Gönül koyduğun bir şeyden mütevazi bir şekilde çekilmek mi? Elde edemeyeceğinden emin olduğun o şeyden ümidini kesmek mi? Daha iyisine ulaşmak için heveslenmek mi? Mevcut olanı fark edememek mi? Yoksa feragat etmek mi?

Feragat etmek vazgeçmenin gizli anlamı gibidir. İnsan yerine koyacak daha değerli bir şey bulduğunda feragat eder ancak. Ruh kendi çekirdeğine yaklaştıkça, egolarından sıyrıldıkça, kabuklarını kırdıkça, kendisini çağıran iç sesinin melodisini duydukça, anlam arayışlarını doğru sorguladıkça gereksiz ağırlıklardan kurtulmak ister. Bu bir nevi uzaya fırlatılan bir füzenin yörüngeye oturabilmesi için belirli mesafelerde ağırlıklarını bırakmak zorunda olması gibidir. Ruh yörüngesine ulaşabilmenin gereğidir sizi aşağıya çeken ağırlıklardan sıyrılmak. Bulmak feragat etmenin gerçeğidir. Vazgeçmek belirgindir, gözle görünür, ama feragat etmek sinsidir, onun ancak fark edebilenler değerini bilir.

Özellikle, modern yüzyılda bir çok insanın peşinde koştuğu zengin olma hayali, bir üst mevkiyi kapma arzusu, daha iyisine ve  fazlasına sahip olma isteği, mevcut olanla huzursuzluk hali aklı yormayacak gözle görülebilir bir durumdur. Bunlara ulaşma arzusunda koşanların içinde, bu değerlerden kolayca vazgeçebileceklerle tanıştığımızda, o kişinin kendi içinde bulduğu nihai şeyi göremeyiz. Birilerinin bizim hayatımızın merkezine oturttuğumuz, elde etmek için deli olduğumuz bu değerlerden kolayca vazgeçebildiğine tanık olunca hayretlere düşeriz, algılamakta güçlük çekeriz.  Çünkü bizim bildiğimiz tek kriter bizizdir; herhangi bir şeyin anlamını kendimizle ölçeriz.

Vazgeçebilmeye tırmanışı en güzel anlatanlardandır dağcılar. “Dağcılık” ile tanışmam yirmili yaşların başlarında bir arkadaşım vesilesiyle oldu. İlk duyduğumda anlam karmaşası yaşayan beynim kendi kendine sorular sordu: İnsan durduk yere niye dağa tırmanırdı ki? Canını tehlikeye atmak pahasına onca zorluğun maksadı neydi? Üstelik tırmanıyordun ve geri iniyordun. Kime neyi ispatlıyordun ki? Ya bu insanlar çıldırmış olmalıydı ya da ben çok akıllıydım. İnsan bilmediğinin düşmanıydı, ama bilmek istediklerinin de dostu. Neyi merak ediyorsak ona dönüşüyorduk ya, arkadaşımın içselleşmiş merakı bana da bulaştı. Bu dünyaya kapılarımı araladıkça kendi dar alanlarımdan göremediğim manzaralar karşısında büyülendim. Bazı insanlara dağın zirvesinden davet vardı ve onlar bu davetin sesini duyabiliyorlardı. Ruhları bedenlerine sığmıyordu ve ille de yüksekleri arıyordu. Bu alışageldiklerinizden farklı bir durumdu. Bir dağın zirvesine tırmanışta belirli yüksekliğe ulaştıkça biyolojik, fizyolojik, psikolojik yapınızın yanısıra coğrafi yapı ve hava şartları en önemlisi gördüğünüz manzaralar büyülemenin ötesinde ruhunuza adeta şölen yaşatıyordu. Ruhunuz bambaşka renklere boyanıyordu. Her bir tırmanıştan sonra bir kabuk soyuluyordu ve tırmanışı tamamladığınızda artık eski siz değildiniz. Üstelik bu durumları dağın durumuna göre her tırmanışta farklı tonda yaşıyordunuz. Bu inanılmazdı! Deneyimlenmedikçe anlaşılamazdı. Anlaşılabilir tarafı yükseği hedefledikçe ağırlıklarınızdan vazgeçmeniz gerekirdi. Zirvenin daveti hayati olanın dışındaki en sade halinizeydi. Zirvedeki ihtişamı görmek istiyorsanız vazgeçmek zorundasınız: konfor alanlarınızdan, size sunulmuş hayatın içinde sorgusuz akışınızdan, modern zamanda adı farklı farklı olan ama sizi doğanın ihtişamından, büyüsünden, büyütüp besleyen yanlarından alıkoyan, ruhunuzun ipini eline kaptırdığınız gündelik hayatlarınızdan, zamanınızı çalıp size hiçbir katkısı olmayan gereksiz alışkanlıklarınızdan, zorluktaki kazanımı göze alamayan kolayı seçme yanınızdan… Bu tıpkı kendi gerçekliğinizi keşfetmeye giden yolculuğun gerekleri gibidir. Bedeli vardır, ancak bu bedeli ödemeye hazır olanlar bu kapıdan girebilir.

Vazgeçebilmenin tekamül yolculuğunu anlatan en güzel eserlerden biridir Orhan Kemal’in kaleme aldığı Hanım’ın Çiftliği. Sınıflar arası mücadeleyi anlatan eserin kadın kahramanı Güllü’nün hayatı zengin bir çiftliğe gelmesiyle değişir. Bilmediği ama ne pahasına olursa olsun bilmek istediği görkemli bir hayat onu içine çekmektedir. En büyük hayali geldiği bu çiftliğe hanım olmaktır. Bu uğurda sahip olduğu  tüm değerleri bedel olarak ortaya koyar. Çiftliğin sahibi Muzaffer Bey’le evlenir evlenmesine de hanım olma yolculuğunda sahip olduğu tüm değerleri kurban verir. Ve en sonunda hayatın gerçek anlamı olan değerler çıkarıldığında ulaşılmak istenen maddesel değerlerin koca bir hiç olduğunu farkeder ve: “Gerçek hanımlık, bir şeye sahip olmak değil, sahip olduklarından vazgeçebilmekmiş.” mesajını verir. Bazen deneyimler: kayıplar vererek, istemediğimiz sancılı yolculuklardan geçerek, kalbi çizerek, acı çekerek, kendimizi kendimizle döverek elde edilir. Bazen düşüşün sert olması için hızlı yükselmeniz gerekir. Bu düşüş sizi kendinize getirebilmenin gereğidir. Tıpkı Güllü’nün kendi ruh özgürlüğüne götüren yoldaki vazgeçiş tekamülünde yaşadıkları gibi…

Vazgeçememenin hüsranını anlatan en güzel örneklerden biridir maymunları yakalamak için Asya’da kullanılan maymun tuzakları: içi sadece maymunun eli açıkken girebilecek şekilde oyulan hindistan cevizlerinin içine maymunun tadını çok sevdiği bir çeşit tatlı konur ve ağaca ya da yere çakılan bir kazığa bağlanır. Tatlının kokusunu kolayca alabilen maymun yiyeceği alabilmek için elini sokar ama yiyecek elindeyken elini çıkarması mümkün değildir. Zihnindeki açgözlülük o kadar güçlüdür ki yiyecekten vazgeçemediği için elini açmayı denemez ve kendi tutsaklığını kendi belirleyerek  avcılar tarafından kolayca yakalanır. Biz insanların da kendi ruhlarımızda ve zihinlerimizde oluşturduğumuz tuzaklar vardır, ya da dış dünyanın oluşturduğu tuzaklara kanan saf yanlar… Bazen kendi hapishanelerimizi kendimiz inşa eder ve kendimizi kendimize mahkum ederiz. Oysa tek yapmamız gereken farkındalıklarımızı besleyerek nelerin tutsağı olduğumuzu analiz etmek ve onlardan vazgeçebilmektir.

Spirituel bir gelişim halidir feragat edebilmek. Hayatın ve yaratılışın gerçek gayesine götüren kapıları bir bir açabiliriz vazgeçerek. Sorgusuz kabul ettiğimiz, üstelik kendimize merkez seçtiğimiz yanlış yerleşmiş inançlarımızdan, yanında huzur bulmadığımız, hayatımızda sadece sayı olarak var olan insanlardan, kullanım dışı eşyalardan, mutluluğu sahip olmak üzerinden tanımlamaktan, insan olma yolunu tıkayan gereksiz egolarımızdan, ilişkilerimizi mahveden kendimizi dahi inandırmakta ustalaştığımız zanlarımızdan, sadeliğin önünü tıkayan gösteriş meraklısı tüm yanlarımızdan, kendi kalıplarımıza uymayan insanları ötekileştirme tavırlarımızdan, hayatı sadece kendi üzerimizden yaşayan en bencil taraflarımızdan vazgeçebiliriz! Vazgeçebileceklere özgürlükten yana içten bir davet var. Duyabiliyor musun?

Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Mutluluğun Pusulası

Mutluluk, bakmış ki kıymetini bilmiyor insanlar kendini fark ettirmek, değerini idrak ettirmek...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir