Kırık Beyaz

Yazar Hakkında: Gökhan GENÇ

Burası Gibi Değil

Uzun zamandır görmediğim, ihtiyacım da olmayan ve neden var olduğunu hatırlamadığım bir...
Devamını Oku

Yağışsız ama keskin, dondurucu bir soğuk vardı. Yan yana olsa da okul ile lojman arasını üşümeden yürümek zordu. Tek öğretmen olduğu köyde, karne günü olması dışında pek de sıcak bir şey yoktu. Eldivenini sıyırıp cebinden bir tomar anahtar çıkardı. Birkaç öğrencisiyle beraber küçük okulunun kapısını, henüz uyanmamış çocuğunu ürkütmeden uyandırmaya çalışan anne şefkatiyle açmıştı. Hemen elindekileri bir kenara bırakıp dünden hazırladığı sobayı tutuşturdu. Erken gelen birkaç öğrencisiyle beraber ısınmaya çalıştı.

Çocukluğunun geçtiği evi ve annesini aylardır görmüyordu. Bin kilometre uzaktaki memleketine dönüş biletini çok önceden almış, gideceği bavulu günler öncesinden hazırlamıştı. Şehre giden köyün tek minibüsü çok erken hareket ettiği için bir sonraki sabah çıkması gerekiyordu. Bugün hem karneleri dağıtacak hem de çocuklarla biraz eğlenecekti.

Çocukların birer birer gelişiyle sınıf ısınmaya başladı. Çocuklar mı, soba mı, son günün heyecanı mı ortamı ısıtmıştı bilinmez ama kat kat kabanlar çıkmaya başladı. Karneler, günlerdir hazırlanan hediyeler, birkaç neşeli oyunla dersler bitmiş ve on beş gün sonra görüşmek üzere vedalaşmışlardı.

Yeni yapılmış kokusu kendinden önce gelen sıcacık köy ekmeği, otlu peynir ve soba üzerinde tıngırdayan çayla öğle yemeğini tek başına yedi. Biraz etrafı toparlandıktan sonra sıkı sıkı pencereleri kapattı ve kale kapısı gibi olan demir kapıyı kilitledi. Yine soğuk eşliğinde lojmanın kapısının önüne geldi. Aynı anahtarları çıkardı, aylardır mekânı olan eve giriş yaptı.

Ne lise, ne üniversitede ailesinin yanından ayrılmamıştı, beş aydır uzaktı ana kucağından. Yarım kalmış kitabıyla kahvesini alarak yeni yaktığı sobanın kenarına bir kedi gibi kıvrıldı. Aylardır birçok kitap bitirmiş, eline geçen her şeyi okumuştu. Okunacak da pek bir şey kalmamıştı. Bir an dönerken alıp getireceği kitapların kokusunu ve odaya yayacağı hissiyatı düşündü.

Yatmadan yarınki planı gözden geçirdi; sabah erkenden kalkıp minibüsle önce ilçeye sonra şehre gidecek ve on iki saatlik yol için otobüse binecekti. Bir büyük bavulu vardı ve hiçbir sorun yoktu. Herkesi ve geride bıraktığı her şeyi çok özlemişti. Annesi, kardeşi ve arkadaşlarını anımsadı. Gönülsüz olsa da dönüşünü bile organize etmişti. Uyumakta zorlanmayacağını düşünüp heyecanla erkenden yattı. Sobası söndü, nefesle ısınmayı zorladı. Geceleri sessiz, soğuk ve daha bir yalnız geçerdi bu yüzden çoğu zaman radyosu açık uyurdu.

Sabah titreyerek büyük bir heyecanla radyodaki türküler eşliğinde uyandı. İlk işi hep dışarı bakmak olurdu. Yüksek bir köydü ne olacağı hiç belli olmazdı. Perdeyi araladığında sıcacık mutlu yüzü buz kesilmişti çünkü her yer bembeyazdı ve kar yıllar yağmamış gibi bir heyecanla yağıyordu. Hızla toplandı ve kat kat giyindi. Kapıya yöneldi, donmuş olan kapı zor açılmıştı. Günlerdir beklenen kar, onun gitmesini beklememişti, yarım metre yağmış ve devam ediyordu. Şoförün de haberi vardı onu almadan gidemezdi ama minibüse gidip bakmalıydı. Yan evdeki komşuya bile gitmesi dakikalar almıştı, yorulmuş çökmüştü beyazların içine ve çaresiz gözyaşlarına boğuldu. Bütün planlar hevesler beyazların altında, üzerinde ve içinde kalmıştı. Günlerdir içinden çıkamayacağı lojmanına bile dönmesi ağlaya ağlaya bir saati bulmuştu. Ne ısınmak ne kurulanmak istiyor sadece ağlamaktı derdi. Perdeyi yine araladı beyazlar içinde kaybolmuş köye baktı, aslında kaybolanın kendi olduğunu düşündü. Yanmayan soba kenarındaki yatağına kat kat kalın giysileriyle girip yorganı tepesine çekmiş, saatlerce ağlamıştı. Beyaz beyaz olalı kimseyi bu kadar kırmamıştı.

Yazar Hakkında: Gökhan GENÇ

Burası Gibi Değil

Uzun zamandır görmediğim, ihtiyacım da olmayan ve neden var olduğunu hatırlamadığım bir...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir