Astb. Bçvş. Hayati Altunkaymak anısına saygıyla
– Yarın Antep otobüsü kaçta?
– Akşam 11
– Kaç para?
– 12 milyon
– Cam kenarı, erkek, bir bilet. Kaçta iner?
– Sabah 9 gibi
Temmuz sıcakları sarmıştı koca şehri. Isıdan adalarda hapsolan şehirli hemşerileri içinde aşina olduğu kimsesizlik hissiyle yaktı sigarasını. Uzaklaşıp izdihamdan ilişti bir lambanın altına. Işıl ışıl yanan şehrini izlerken ne kadar da yalnız ve garipti oturduğu kaldırımda. Kalakalmıştı için için yanan, parıldayan platolardan sonra, içsel çatışmalarının karanlık yalımında. Tanısan, ya da dikkatle baksan kabındaki doğal, hatalı mükemmellik ele verebilirdi en gizli yanlarını. Yine de yalçın bir kayaydı baksan, pırıl pırıl bir kent yalnızlığı şavkında. Biliyordu, öğrenmişti bunca yıl, zafiyet görünmez olurdu güçlü olunca.
Çakmak cebinde taşıdığı metali koyup yerine, durağa yöneldi. Otobüsler kırmızıydı. Ayakta yol alırken camda kendi yüzünün yansımasından seyretti kentini, çehresinde akan bir filmin şeridinden. Huzur, içinde her bir yerde akıyordu aşina bir oyunun kareleri gibi, bir sonraki sahnesine gençliğinin. Ne çok var olmuştu bu otobüs evreninde! Çok başkasının kırmızı “Duracak” yazısının arkasına sığınıp, üç durak öncesinde seyirterek indi basamaklardan. Ertesi gün kırmızı bir otobüs yalnızlığı alıp götürecekti onu uzaklara. Asfalt çevirmelerine kırsal düşlerin.
Çocukluğundaydı yarım saatin sonunda. Uzun boylu, sabun kokulu, kabartılmış yün yatağında. Ne olabilirdi huzur denen şey sessiz bir odada, bir yatağa postalsız yatabilmekten başka? Halının üzerinde yalınayak dolaşabilmekti belki. Söylese kimse bilmezdi, fayans kaplı bir banyo gördüğünde neden bu kadar sevindiğini. Adımlayınca bunca yıl dağları, tepeleri. O da söylenmezdi ya, kırmızıyı severdi…
Saçları kısa kesilmiş bir hikayeydi onunki: Kısa kesilen aşkların, kısa düşen ışıkların, kısa perde sahnelerin, Çehov tarzı gençliğinin. Birilerinin çırılçıplak kalıncaya kadar çıkarıp huzurun konforunu üzerinden, diğerleri giyinsin diye her şeyden vazgeçebilmesinin hiç satmayan novellası.Tek ve orijinal nüshası yaşamın…
İçerideki sarkaçlı ahşap saatin tik taklarından gelen muntazam ses eşliğinde uyandı. Doğrulup, balkondaki gece serinliğinin sükunetine muhtaç, ruhunu yasladı geceye. Metal çakmağın kapak tınısı yankılandı kızıl alevinden önce. Var ile yok arasında kalmış, mevcudiyetinde kararsız rüzgara karıştı nefesinin grisi. Uzakta şehrin tek gürültüsü gececi araç homurtuları eşliğinde duyulan tek sesle doldurdu anılarını, sallanırken önündeki kavak yaprakları. Çocukluğuna açılan pencereden baktı bir an, nerede duysa durur, duraksar; bakar, bakar, bakardı o pencereden.
Gülümsedi, fonda kavak yaprağı sesi, ağırlaşırken ufukta ağarmaya başlayan güne dalan gözleri. Çocukluğuna dair anılarının içine bıraktı tek tek o çok sevdiği hışırdayan yaprak seslerini. İleride kızıl bir gün doğarken uzandı yatağına, dışarıda yeni uyanan kuş cıvıltılarıyla kapandı perde.
Pastel bir sabahın en berrak, en güneş rengine açıldı gözleri, mavi. Doğruldu içinde en huzurlu sabahlardan birine uyanmanın sevinci. Elinde kalakalmak vardı göz göze, en ağır ve en uzun özlemlerin akşam otobüs saatine evirilen ömrünün en kısa temmuz gününe hapsolmuş vedasına ilişen hüzünler…
Bölüm 2
Yüklenip bagaj bavullarında sabun kokulu giysileri ve omuzlarında çocukluğundan kalma kimsesizliğini, göçtü şehrinden. 2 santimlik camdan uzakları izlemeye başladı mavi gözleri. Fonu otobüs camından müteşekkil, kırılgan bir tuvalden. İç yüzünde buruş buruş, mor damarlı yaşlı yalnızlık. Bir otobüs koltuğuna sığabilen evrenine kalan; belindeki silahın resmi sancısı ve kitabın sayfaları arasında artık sararmaya yüz tutmuş 10×15 bulanık bir resim. Ardındaki nota ilişti gözleri yeniden;
“Tebessüm kokulu dostlar
Antep tarihli fotoğraf
Hayatın güncesinde rotasız
Parasız
Ne çok özlüyormuşuz
Az korkuyor
Ve susuyormuşuz
Yitip giden değişenlerin ivmesinde
Bir türküyüz şimdi
Gönlümüzden geçenleri yazamadığımız
Güftesine hayatın…”
19.04.2002
İslahiye
Atğm Serkan
Bir yerden gitmiş olmak, bir yere gitmiş olmak mıydı her zaman?
Hep bir yere varır mıydı yol?
Hem geçit verir mi içindeki coğrafyan?
Ya gidensin, ya kalan.
Ya da ne gidensin
Ne kalan…
Yüreğinize sağlık devamı olacak bir yazı dizisidir umarım.
Sade ve güzel bir anlatım. Yüreğine sağlık. Devamını bekleriz..