Zaman…
Kişinin elinde bulundurduğu en büyük güç belki de. O, ne aslında tamamen geleceğin ilacı ne de geçmişin yaralayıcı unsuru! Zaman, işte başlı başına bir güç; hem de şehrin en kalabalık sokağından kuytulara hızla fırlayan asi ve sevimli bir çocuk.
Dünyayı sorgulayan ve sorgulatan bir filozofun, yaşamı tamamen değiştirecek bir bilim insanının ve sefil, berduş bir aymazın kollarına sarılacak kadar sınıf tanımayan güzel çocuk. Yüzü güler bu çocuğun. Dilinde umutlarla dolu şarkılar vardır. Ve insan… Ona nasıl davranırsa davransın içindeki saflık hep var olacaktır. Bu çocuğun tebessümüne iyilikle ve tebessümle karşılık verenler…İşte onlar daha büyük tebessümü hak etmektedirler. Somurtkan ve kayıtsız kalanlar mı? Onlara tebessümler değecektir ama iyi olduklarından değil, bu çocuğun içindeki iyilik kelebeğinin ölümsüz olmasındandır.
Ah, çocuk! Senin değerini bilmedi, bilemedi insanoğlu. Bilmiyor, bilemiyor. Ve biliyorum ki, bilmeyecek, bilemeyecek.
Bu çocuk o kadar efsunludur ki; boyunun uzun mu, kısa mı olduğu; sempatik mi, antipatik mi olduğu; bakışlarının ferahlatıcı mı, yoksa yaralayıcı mı olduğu karşıdakinin bakış ve ruh haline göre değişiverir. Herkeste farklı algılar ve duygular oluşturur. Kimi, kaybettiği çocuğuna; kimi, ebeveyni olmak istediği çocuğa; bazısı için sıradan, anlamsız bir bacaksıza; bazısı içinse şeytanın şekil değiştirmiş haline dönüşüverir çocuk.
Aslında bu çocuğa bakanların bazıları pişmanlığı, bazıları sevinci, bazıları kederi, bazıları sevdayı görürler. Maddede ayna değil ama ruh hislerinde bir yansımadır bu çocuk. Sevin bu çocuğu. Sevin ki; sevilesiniz. Sevilmek zorunda mıyız peki? Elbette böyle bir zaruret yok. O yüzden salıverin gitsin. Sevilmek gibi bir kaygı olmasa da olur sanki.
“Zaman” denen çocuk ne de olsa başıboşken güzeldir; başıboşluk, çocuk olunca güzel olduğu gibi.
Yine harika bir yazı tebrik ederim yüreğinize sağlık.