Bilimin günümüzde temel kabul ettiği çoğu kuvvet ve parçacık atomun içinde saklıdır.
Atom, pürüzsüz tek bir parçacık olarak gözükse de içlerinin açılması ile saklı dünyalar keşfedilmiştir.
Doğanın saklanma özelliğinin tek istisnası herkes tarafından gözlemlenebilen kütle çekimidir. Hayattaki ilk kavgamız ve yenilgimiz kütle çekimine karşıdır. Bir sandalyeye oturduğumuz zaman hissettiğimiz yerçekiminin bize uyguladığı kuvvet değil sandalyenin bize uyguladığı zıt kuvvettir. İnsanın etkiyi değil tepkiyi daha net hissetmesinin nedeni de budur.
Kütle çekimine yenilip düşen cisimler her zaman aynı türden bir eğri(parabol) çizdiğini Galileo çözmüştür. Düşme, evrenseldir; aynı şekilde düşen cisimlerin izlediği eğri türü de evrenseldir. Ayrı özellikler taşıyan cisimlerin paylaştığı ortak özellik, düşerken izlediği yoldur. Senin, benim, bir kuşun veya bir altın kütlesinin düşerken izlediği eğri aynıdır.
Kütle çekimi ile yapılan hareketi isimlendirmek isteyen insanlık salt düşünce ürünleri olan matematiksel nesneler icat etmiştir. Parabolleri, daireleri veya doğruları dünya üzerinde keşfetmeyiz, onları icat ederiz. Bunlar sadece fikirden ibarettir. Bir çizim ile bunları gösterebiliriz ama bu çizimler her zaman kusurludur. Isınan elektrik tellerinin sarkması veya bir köprüyü ayakta tutan kabloların kıvrımı, matematiksel eğriyi ancak yaklaşık şekilde ifade edebilir. Hiçbirisi bir cismin düşerken çizdiği eğri kadar mükemmel değildir. Matematiğin temel paradoksu işte budur. İncelediği şeyler gerçek değildir ama bir şekilde gerçekliğe ışık tutar.
Matematiksel nesnelerinin dünya uygulamalarını kusurlu olduğunu fark eden Platon, bu nesneleri zaman dışı bir dünyada var olduğu fikrini savunur. Platon, matematikte bahsedilen üçgenin dünyadaki herhangi bir üçgen değil, en az o kadar gerçek olan ancak zaman ötesindeki başka bir alemde bulunan ideal bir “şahit numune üçgeni” olduğunu söyler.
Düşen cisimlerin evrensel bir paraboller çizdiğinin keşfi, o parabollerin çiziminin insan tarafından hiçbir zaman mükemmel yapılamaması, zamanın ötesinde gerçek doğrular, varlıklar vs. bulunduğunu düşündüren başka ebedi doğruluk ve güzellik alemleri olduğu ve bu alemlerin yaşadığımız dünya ile bağlantısı olduğunu savunan bir kesim oluşturmuştur. Bu kesim evrenimizde algıladığımız olayları, daha mükemmel bir dünya ile açıklanabileceğini savunmuştur.
Platon’un çeşitli biyografilerde onun günümüz dinlerini derinden etkilediği belirtilir. Matematikten başlayarak oluşturulan bu uhrevi mükemmel dünya söylemleri, matematiği dinsel bir etkinlik haline getirse de din, ilerleyen yüzyıllarda matematikten sıyrılıp kendi söylemlerini kalıplaştırmıştır.
Sosyal toplumlar ise, bu anlaşılması zor simgesel aritmetik hesaplar üzerine kafa yormak yerine, kolay yolu seçerek mucizelerin gerçekleştiği mükemmel bir başka dünyaya inanmayı tercih etmişlerdir. Oysa felsefenin başlangıcı sayılan bu düşünce yapısının amacı formülleri saklı doğamızı anlamaya yönelik bilimsel çalışmalardır.
Doğal sınırların ötesine geçiş isteğimiz, kökünde dinsel bir özlemdir. Başka bir alemde doğruların güzelliklerin bulunduğu öğretisi, yaşamın acıları ve kısıtlamalarından kurtulma arzusu ve mükemmel geometri şekli gibi altın oranlı adaletle hesaplaşma arzusu dinlerin ve gizemciliğin yakıtıdır.
İlerleyen yüzyıllarda ise düşünen insanlar, fenni bilimleri dinin ve gizemciliğin içinden çıkartma çalışmaları yapmışlardır. Formüllerde eksik kalan kısımlar için izafiyet teorisi ile zamanın her gözlemciye göre farklı, değişen hıza duyarlı bir simge olarak yorumlamışlardır. Böylece şahit, bir numuneye gerek olmadan değişken ve göreceli hareketle uyumlu, var olduğun kadar varsın kavramları oluşmuştur.
Her ne kadar son oluşturulan teoriler ispatlanamamış olsa da ilk oluşturulan kavramlar uhrevi olgular taşıdığından, günümüz bilimi dinsel söylemlerden arındırılmış teoriler üzerinde çalışmaktadır.
Düşünürlerin ve bilim adamlarının doğayı anlamak için şimdiye kadar sundukları çözümleri çürüten faktör “zaman” dır. Gizemcilik ve mükemmel alemciler zamanı uhrevi kabul etmiş, izafiyetçi teorisyenler ise zamanı yok saymışlardı.
Zamanı “başka alemci”lerin yaptığı gibi kolaya kaçmadan veya izafiyetçiler gibi göreceli halden çıkararak, var olduğu kabul edilip başka yöntemler denemek, mutlaka çözümü gözümüzün önünde doğada saklanan bu sırları açıklamamıza muhakkak yardım edecektir.
“Zamanı geldiğinde her şey, olması gerektiği gibi birbirinden meydana gelir ve birbirine dönüşerek yok olur.“*
*Anaksimandros