R.E.M (Rapid Eye Movement) Grammy ödüllü ünlü müzik grubunun ismine ilham olan, uykunun rüya görülen kısımdır. R.E.M uykusunda gözlerimiz hızlı bir şekilde hareket eder ve beynimiz yoğun şekilde bilinçaltımızdan veriler alarak çalışır. Bilim insanlarına göre de R.E.M. evresinde uyanan insanların birçoğu gördüğü rüyayı hatırlar.
Rüyalar ilham veren, düşünmeye sevk eden, yeni fikirler doğuran, cesaret veren ve yaşadığımız gerçek hayatın üstüne fazladan bir hayat yaşamamızı sağlayarak dışardan alınan bilgi ve tecrübeler yerine kendi iç dünyamızdaki bilinçaltı verilerini kullanarak daha başka bir hayat yaşatan, bize daha fazla olgunluk, tecrübe ve karar verme yeteneği sağlayabilen, bilincimizin derinlerindeki saklı benliğimizin ürünüdür.
Hayallerinin değil rüyalarının peşinden koşan uhrevi ve dünyevi insanların hayat hikayelerindeki ortak nokta, az ve belli periyotlarla uyumalarıdır. Tecrübe ederek ya da dışardan öğreti yoluyla fark edilen R.E.M evrelerinin periyotlarındaki bilinçaltı ürünler, uyanma zamanları doğruluğu sayesinde gördükleri rüyaları hatırlayan insanlar, edindikleri tecrübeleri dünya işlerine uyarlamışlardır.
“Uyku sorunu zeki insanların lanetidir” der Einstein. İnsan zeki olduğu için mi az uyur yoksa az uyuduğu için mi zekidir? “Rüyaların Yorumu” eseri ile rüya kuramının en ünlü kitabını yazan Freud ise kendine özellikle uyku sorunu yaratmıştır.
Rüyaların estetik açıdan cezbedici olması, kendine ait bir dili ve yapısı olmasına rağmen gerçek hayatta da izlerinin olması, sanatın rüyaların gerçekliğe uyarlanmasında en uygun alan olmuştur.
Mihail Bahtin’e göre Dostoyevski rüyamsı anlatılar üretir ve kitaplarında okuyucu kahramanlarının kimliğine bürünür ve anlattığı şekilde hareket eder. Rüyamsı anlatımlardan dolayı Dostoyevski yapıtları, sahne ışıklarında seslerden başka hiçbir şeyin olmadığı karanlık sahne halini alır.
Sinema, gerçek zamanlı tiyatrodan farklı olarak simgeleri malzemelere dönüştürerek kendine ait sinemasal zaman oluşturur. Bu sayede sinema rüyaların sanata dönüşebileceği en uygun ortamı sunmaktadır.
Tarkovsky, sinemasını “rüya mantığı” doğrultusunda geliştirmiştir. Verdiği röportajlarda uyku periyotları olduğunu ve sık uyandığından bahsetmiştir. Rüyalarını gerçekleştirmek için uyku döngülerinde yakaladığı sahneleri filmlerine uyarlar. Tarkovsky filmlerindeki zaman, aynen Freud’un dediği gibi rüyaların temel özelliği olan yıllar, günler birbirine karışmış, unutulmuş ve mantık dışı çarpıtılmış şeklindedir. Su, Tarkovsky sinemasında gerçekliği rüyaya dönüştüren sanatsal bir araçtır ve bu akışkanı rüyanın zaman kavramı ile bağdaştırır. Rüyada ilk kez görülen manzaralar estetik olarak bizi çok etkiler. Tarkovsky’nin sahneleri de ilk kez görülen manzaralar gibi izleyiciye manzarayı izleme zamanı ve detaylarını görme fırsatı verir.
Tarkovsky, bir röportajında “Filmlerim ifade biçimi değil, bir duadır” demiştir. “Sizi en çok etkileyen rüyanız hangisi?” diye sorduklarında ise; rüyalarının gaybdan, başka âlemden gelen peygambervâri ve gerçeklikle ilişkilerinden gelen anlamsız rüyalar olarak iki kısımdan oluştuğunu söylemiştir. Tarkovsky’nin gaybdan rüyalarının en iyi ürünlerinden biri Andrei Rublev filmidir.
Bilim rüya konusunda epey yol kat etse de gördüğümüz rüyaların sebebi ve mesajı hakkında kesin bir cevap yoktur. Her insan ait olduğu ırk, dil, din ve sosyolojik yapı etkisine sahip rüyalar görür ve bunu kendi maneviyat ve maddiyat görüşlerine göre yorumlar.
Rüyalı veya rüyasız hayatta bize lazım olan, Andrei Rublev’in dediği gibi, insana daha çok insan olduğunu hatırlatmaktır.