Biraz evvel uzakta, sokak bitiminde yüzü bana dönük öylece duruyordu. Uzaktan yüzü pek anlaşılmıyordu ama üzerine düşen sokak lambasının beyazlığından siyah elbiseli bir kadın olduğu görülüyordu ancak. Seçemesem de kelimelerini, bana seslendiği belliydi. Yanına yaklaştıkça uzaklaşıyordu yüzü, uzaklaştıkça hüzünlü bir merakla koşmaya başladım yağmurla birlikte. Sokak lambasına yaklaştıkça yerlere düşürdüğü küçük, üstü yazılı küçük kağıtları gördüm sonra. Sonra birden karanlıkta kayboldu elleri, yüzü.
Yağan yağmurdan mı yoksa koşmaktan mıydı bilmiyorum ama uyandığımda terler içindeydi atletimin boyun yerleri. Bu garip rüyadan aklımda kalan bir yabancı kadın ve yerlere düşen kağıtların üzerinde yazan iki güzel, ancak yarısı okunan bir cümleydi sadece. Şiirle pek aram olmamasına rağmen bir aşk şiirinin ilk İki dizesi gibi görünüyordu bu yazılar.
“unutup tutamıyorum,elleri yabancı..
Sarılıp,……”
Dizeleri tam olarak hatırlayamasam da böyle bir şeydi sanki. Rüyanın etkisinden az da olsa kurtulup, ayılmak için kalkıp yüzümü yıkadım. Bir şeyler atıştırıp, üstümü giyerken, pencerede akşam olmuştu sanki sabah. Yine de bisikletle gitmeye karar verdim. Böyle bulutlu ve hafif serin havalardı en çok kahve kokusuna yakışan. Her zaman gittiğim kafeye geldiğimde, bütün kış alıştığım masa neyse ki boştu. Bisikletimi en yakın ağaca kilitleyip hemen çantamı masaya bırakıp kahvemi almaya gittim. Masanın sevdiğim yerine oturduğumda yine o bulanık rüya düştü aklıma. Küçük beyaz karalanmış kağıtlar, sözler,şiirler ve o yabancı kadın…
Tam da bir yudum kahvemden alırken, karşı masadaki siyah elbiseli kadına ilişti gözlerim. Kenarları kırışmış, yazıp yazıp karalanmaktan hemen hemen hiç boş yeri kalmamış not kağıtlarını belli ki gittiği her yere taşıyordu ceplerinde. Oturduğu masanın üstünde belki de beş, bilemedin on sayfa kadar vardı bu kağıtlardan. Etrafındaki gürültülere aldırmadan başı öne eğilmiş bir şeyler yazıp çiziyordu durmadan. Ara sıra başını kaldırıp yoldan geçenlere bakarken yüzünü daha net görebildiğimde onu buralarda daha önce hiç görmediğimi anlamıştım. Üzerindeki siyah elbisesi ve gözündeki siyah çerçeveli gözlüğüyle uyum içinde olan siyah saçları, arkasından toplanmış, tokanın tutamadığı yerlerinden birkaç teli, beyaz boynuna dökülmüştü . Belki de yazardı, ya da şair, belki de besteci, ya da unut hepsini sadece ressamdı belki de. Hem hal ve tavırlarından, dalıp dalıp gidişinden hem de not kağıtlarının şeklinden bu işin sanatla bir ilgilisi olduğu besbelliydi.
Onu izlerken elimdeki kahve sanki bütün olanlara gizlice tanıklık ediyordu. Bir yudum daha, biraz daha…hemen bitmesin,az ama yavaş yavaştı kahve içmenin en güzel hali. Kahvenin hafif keskin tadı damağımda dağılırken, onu çaydan daha çok sevdiğimi bir kez daha hatırlamıştım. Yazarların odaklanmak için yazarken bir şeyler içtiğini söylemişti yazar arkadaşım. Alkol içenleri de vardı tabii. Bukowski mesela. Alkol almadığı zamanlar neredeyse hiç yokmuş. Katıldığı söyleşi programlarına ve imza günlerine yanında alkol ve kova olmadan çıkmazmış. En uç örnek belki de Bukowski. Dedim ya sanattan pek anlamam, bir satır yazmışlığım da yok fakat insanın aklı başındayken çıkmıyor mudur en güzel düşünceler, fikirler sanki?
Tüm bunlar geçerken aklımdan, elinden düşen sayfalardan birini fark edip yere doğru eğildiğimde beni ona götüren bu sayfadan çok, ondaki gizem miydi yoksa güzellik miydi bilmiyorum. Bir şeyler vardı fark edemediğim. Farklı bir şeyler vardı onda, tanıdık bir şeyler bu yabancıda. Yabancı değildi sanki, bir yerlerde tanışmıştık eskiden de yıllar geçmişti üstünden.
Düşen sayfaları gösterip, gözlerimiz buluştuğunda sürekli tekrarlıyordum içimden ilk kuracağım cümleyi . Müsaadesiyle hemen yanına oturup konuşmaya başladığımda fark ettim, konuşmak için ilk kelime hiç bu kadar kolay çıkmamıştı daha önce dilimden ve hiç bu kadar uzun susmamıştım bir yabancının yanında . Sadece sustum ve onu dinledim. Şiirden, sanattan bahsetti sürekli. Ben sadece sustum ve dudaklarının birbirine uzanışını, elleriyle saçını geriye doğru atışını, ara sıra uzaklara dalıp gidişini izledim anlattıklarını başımla ve kısa evetlerimle onaylarken.
Tam yerinde konuşacakken yeni başladığı şiirini ilk kez bana okumaya başladığında bir rüya gördüm dudaklarında. Çok tanıdık bir rüya…
“Unutup tutamıyorum, elleri yabancı,
Sarılıp doyamıyorum, gözleri yalancı .”