Birey veya toplumun kendi kültürel değerlerini kaybederek aslından uzaklaşması ve buna bağlı olarak eylem ve söylemlerinde çözülme ve çürümeler meydana gelmesi durumu kültürel yozlaşma olarak tanımlanabilir. Sosyal tabakalaşma içerisinde makamı, mevkii, statüsü ve ekonomik durumu iyileşen vasat veya vasat altı vatandaşın övünme, gösteriş, yapmacık kibarlık gibi mütekebbir davranışları da “sonradan görmelik” olarak nitelendirilebilir. Bu iki kavramın, ihtiva ettikleri anlam itibariyle sürekli kesişmesi durumu söz konusudur.
Türk halkı, özellikle son 20 yıl içerisinde hızlı ve fakat sağlam temellere dayanmayan bir zenginleşme süreci yaşadı. Kamuda ve özel sektörde istihdam olanaklarının artması ile şehirleşme oranındaki yükselme, refah seviyesine yukarı yönlü bir ivme kazandırdı. İlkokuldan lisans düzeyine kadar bütün kademelerde eğitimin yaygınlaştırılması da bu gelişmelere pozitif katkı sundu. Netice itibariyle sindirilmemiş bir varlık-bolluk durumu ortaya çıktı. İşte sözün bu noktasında kilit kavram “sindirilmemiş” kavramıdır.
Sindirim, gastroenterolojik bir kavram.
Besinlerin midede hazmedilememesi neticesinde yaşanan birtakım rahatsızlıklar, sindirim bozukluğu olarak ifade edilir. Sindirim bozuklukları bünyeyi rahatsız eder, kişi hasta olarak tanımlanır. “Sindirmek” kelimesinin bu biyolojik karşılığında olduğu gibi sosyolojik karşılığında da hasta bireyler söz konusudur. Varlığı, bolluğu, sonradan gelen zenginliği hazmedemeyen bünyeler, psikolojik bir refleksle hastalıklarını dışa vururlar. Bu dışavurumun en bariz karşılığı sonradan görmeliktir.
Bir “sonradan görmeyi” bir km öteden görseniz tanırsınız.
Hâl ve hareketlerindeki samimiyetsizlik, doğallıktan uzak iğretilik, oturmasındaki-kalkmasındaki-konuşmasındaki rahatsız edicilik, kibir, kendini beğenme ve gösteriş gibi menfî tavırlarıyla hemen açığa çıkarlar. Varlığını (hem zenginlik anlamındaki varlığını hem de birey olarak varoluşunu) gösterme gayreti de bunun bir yansımasıdır. Evi, arabası, elbisesi, ziyaret ettiği mekanlar, kullandığı telefon ve aksesuarlar, yakın tarihindeki kendisinden çoğunlukla iz taşımaz. Halbuki makbul olan varlığın gösterilmesi değil paylaşılmasıdır; sitâyiş değil tevazudur, âlâyiş değil sâdeliktir…
Bir kuyumcuyu pazarda çığırtkanlık yaparak altın satarken göremezsiniz. Ancak hurdacı bağırır, sesini duyurur, kendini gösterir. Sonradan görmeyi hurdacıya benzetebilirsiniz. Diliyle bağırmasa bile ruhuyla çığlık atar. O çığlığı tarzında ve tavırlarında duyarsınız. Asillikten uzak bir sefillik, jelatini albenili de görünse, özünde sefilliktir.
Yanlış anlaşılmak istemem.
Kişi çalışması, gayreti ve azmiyle elbette varlık sahibi olabilir.
Bu çok kısa zamanda da gerçekleşebilir, fark etmez.
Sözlerim, bu varlık durumunu sindirememiş bünyeler içindir…