Karanlık Bedduadır
byGüneş batmadan dönelim. Uykudan bir tat da alamıyorum zaten. Minik kalbim bileklerimde, tut ellerimi Ebder! Ölecek gibi oluyorum Ebder, çok korkuyorum. Hadi, gidelim buradan….
Güneş batmadan dönelim. Uykudan bir tat da alamıyorum zaten. Minik kalbim bileklerimde, tut ellerimi Ebder! Ölecek gibi oluyorum Ebder, çok korkuyorum. Hadi, gidelim buradan….
Ve ilk harf düşer karanlık rahmine gecenin, ilk cemresi şeb-i şiirin. Nutfesi nuru hikmetin ve sevmenin, özlemin, acının, sevincin. Düşer, soyut bir alemin somut…
İnsan, rutinin dışına çıkıp farklı şeyler yapıyorsa ve önemli kararlar almaya çalışıyorsa yaşadığını hissediyor. Yine öyle bir dönem… Herhalde, hayatta nelerden beslendiğimiz çok büyük…
Kaybolmaya var olmanın tersi, “yok olmaktır” diyebilir miyiz? Kaybolmak bana daha öznel gelse de kelimenin kökeni olan “gayb olmak”, “gaib olmak” daha dışsal gelir….
Kalabalık, hıncahınç şehirler geçti cinsiyet fark etmeksizin göz göze, diş dişe binilen otobüsler gibi sıkış tıkış, balık istifi ömrümden. Aynı sokaklarda, binalarda, yan yana…
Zihnen gezintiyi seven kıpır kıpır uyanık yürekler, yitiverir her mekânda. Bir bakmışsın cevap vermez dalmış başka âlemlere, bir bakmışsın var olan konunun ucundan kenarından…
“AgathaChristie 1926 yılında 11 gün boyunca ortadan kaybolur. Kendisinden haber alınamamasının ardından arabası bir göl kenarında ağaçlara çarpmış şekilde bulunur. İnsanlar artık neredeyse yazarın…
Kendi kendime cafcaflı şeyler söylemeden etkili bir giriş yapmak ne kadar zor diye düşünürken o kadar da önemli olmadığını fark ediyorum gibi bir yalanla…
Hayatın hengamesi içinde kayboluyoruz. Hiçbir şeyin farkında değiliz. Ömür geçip gidiyor. Aslında çok kısa bir zaman dilimi olan, bizlere hiç bitmeyecekmiş gibi gelen hayatımızda…
Coşkunun, tezahüratın ve gürültünün ortasında sahnenin ortasında seyircilerin alkışları altında kayboldun. Herkes alkışlasın “Çok yaşa kral, çok yaşa kral!” Kayboldun ve yol senin için…