Oyunbaz

Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Özgürlük Sanrısı

Zannettiğimiz kadar özgür müyüz? Havada uçuşan söylemler, kulağımıza sık değen kelimeler bir...
Devamını Oku

Bir mancınık tek koluyla onu çocukluğundan kavramış, tuhaf bir çeviklikle profesyonel oyunların oynandığı sahneyi net gören yetişkinliğine fırlatmıştı sanki.

Bu kadar çeşit oyunun sahnelendiği dev bir sahne daha önce hiç görmemişti. Bu durum gözü bozuk olan bir miyobun gözüne uygun bir gözlüğü geçirmesiyle bulanık olan görüntünün aniden netleşmesi gibiydi de. İnsan burnunun dibinde, gözünün önünde olanlarla arasındaki perdeyi fark ederek kaldırabilirdi. İnsan yetiştikçe anlamlar yüzeyden derinlere taa köklere iner, görünenin arkasındaki görünmeyeni keşfettirir böylece gerçekliğin arkasına gizlenen sahte anlamlar adeta sobelenirdi.

İzlediği bunca oyunlardaki hikmetler de neydi ki?

Toplumları yok eden, ırkları birbirine düşüren, insanlar arasına ayrılık tohumları eken, kendilerine faydası dokunabilecek kaynaklara ulaşmak için çocukların çocukluğunu dahi  ellerinden almaktan çekinmeyen,  vicdandan arındırılmış tehlikeli oyunlar oynanıyordu insanlık gezegeninde. Dünyanın üzerine çöreklenmiş kaslı eller  parmaklarına geçirdikleri değişik coğrafyaların ipleriyle oynuyorlardı hünerlice, kuklaları profesyonelce yönetircesine. Oysa izleyenlerin çoğu ne oyunları, ne oynayanları ne de kuklaları görüyorlardı. Gündelik hayat telaşı içerisinde, dar dünyalarının kasvetinde, anlamsız ve faydası olmayan küçük oyunların meşguliyetinde yuvarlanıp gidiyorlardı işte…

Bilinçli ya da insanın doğasından getirdiği ilkel duyguları eğitememiş olmasından kaynaklı, doğal olarak oynanan yetişkin oyunlarının en başında: göze kestirilen bir hedefe ya da mevkiye ulaşmak için söylenen yalanlar, kazılan kuyular, döndürülen dolaplar ve yapılan yaltaklanmalar gelirdi. Bunlara giden yolda en rahatsız eden durum sesiyle rahat bırakmayan vicdandı ama insan bu sesi kesecek emzik etkisi olan bahaneleri kesin uydurabilirdi. En ilginci de insancıkların hislerinde birbirlerine -mış gibi yapmalarıydı. Yani olumsuz duygular beslediği halde seviyormuş gibi, gitmek istedikleri halde kalıyormuş gibi, görmek istemedikleri halde özlüyormuş gibi, herhangi bir konuda yardım etmedikleri halde yapıyormuş gibi…En çok kendi aynasına hiç bakmayan birinin karşısındakinin hatalarını acımasızca eleştirmesine gülerdi.  Ama en acıtan, değer verdikleriyle ve yılların içinden birlikte geçtikleriyle buluştuğu güçlü duygulardaki acımasız değişkenlikti.

İzlediği yetişkin oyunlarının bu kadar profesyonel oluşundaki sahteliği sanki bir bisturi yırttı ve altından çocuk zamanlarının en doğal oyunları çıktı. Gerilmiş tüm kaslarının gevşemesiyle ve yüzünde kendiliğinden oluşan tebessümle çocukluk zamanlarının oyunlarına yolculuğa çıktı.

En çok akşamın şefkatli bir babaannenin torunun üzerini örten edasıyla şehrin üzerini yumuşacık bir battaniye gibi örtmeye hazırlandığı zamanlarda, mahalle çocuklarıyla saklambaç oynamayı severdi. Çocuk gövdesini kolayca gizleyebilen hep o asırlık çınarın arkasına saklanır, tek gözüyle ebeyi izler ve kendisine yaklaştıkça çınarın etrafını yavaşça döner, yakaladığı ilk fırsatta yıldırım gibi bulunduğu yeri terk eder ve ebeyi galip ederek sobelerdi. Ama sobelemekten ziyade bu oyunun en çok kendisini göremeyen birini görebilmek kısmını severdi.

Hele uzun eşek oynadıkları zamanlarda mahallenin en tombul çocuğunun üzerlerine çullandığı anda hep birlikte yere yığılmaları anındaki ağırlığa kafa tutan neşeli duygulara ne demeliydi?

Kızlı erkekli birlikte en çok oynadıkları oyun yakan toptu. Ortadayken çevikliğiyle topu kendisinden ıskalatması arkadaşları tarafından takdir görürdü ki, bu oyunda en çok onunla eş olmak istenirdi. Ama oyundan çok, oynamaktan ter kan içinde kaldıkları kısa oyun aralarında  annesinin en özenip bezenerek hazırladığı sofralara dahi değişmeyeceği üzerine toz şeker serpilmiş yağlı ekmek servislerine bayılırdı. Birbirleriyle yarışırcasına o ekmek dilimlerini aynı tatta buluşmanın verdiği hazla bir çırpıda yutarlardı.

Beyninin siyah önlük, beyaz yakalıkla bağdaştırdığı mendil kapmaca, bezirgan başı gibi okul oyunları da vardı. Ders aralarının dar zamanlarında ya da uzun öğlen aralarında o çok özlediği okul bahçesinde hatta bazen öğretmenlerin bile katılımıyla bu oyunları ne büyük  coşkuyla dönüşmesi gereken duyguya teslim ederlerdi.

Cinsiyeti en kız oyun ise yere kutucuklar çizerek ve içlerine numaralar vererek üzerlerinde sekmeleriydi. İçlerinde bulundukları her şartın ve anın zevkle oynanan bir oyunu mutlaka olurdu çünkü onlar çocuktu.

İnsanlığa zarar veren tehlikeli büyük oyunlar, insanlar arasındaki ilişkilerin doğasını bozan kirli küçük oyunlar ve hesapsız masumca oynanan çocuk oyunlar. Hayatın her yanına saçılmış bir dolu oyun vardı ama oyunların gerçek manasına yaraşır anlamın anavatanı çocuklardı.

Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Özgürlük Sanrısı

Zannettiğimiz kadar özgür müyüz? Havada uçuşan söylemler, kulağımıza sık değen kelimeler bir...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir