Kesme Şeker

Yazan
Yazar Hakkında: Nur Kan

Eksik Bir Şey Mi Var?

Yılın en sevilen zamanları gelmişti yine. Dilek zamanları… Yılbaşı mıydı, Hıdırellez miydi,...
Devamını Oku

Koşturmacalı bir sabahla başladım yine güne. Tekrar tekrar öten alarmın sesi, uyur uyanık beynimi ayıltarak güne başlatamadı. Alışkındım zaten bir elimde çorap, bir elimde fırça yapacaklarımı sıraya koymadan, gelişine hazırlanmaya. Bu da o sabahlardan biri. Zaten ne zaman önemli bir yere yetişecek olsam bu rutin şaşmaz; yüksek nabız, tatlı telaş, son bir rötuş ve koşar adım dışarı… Kafamda yine “Çok mu abartılı giyindim?” düşünceleri dönüyorken “Yok yok iyidir, saygıyı gösterir” diyorum ve devam ediyorum yoluma. Adresi navigasyona baka baka buluyorum. Günlerdir monologlar halinde tekrar etmiştim konuşacaklarımı ama yol boyu heyecanımı engelleyemedi bu durum.

Mevsimine göre giyinmiş olsam da havalar mevsimin olağanlığında ilerlemediği için kabanım fazla geliyor. Belki de kahvaltı etmeden çıkmış olmanın vermiş olduğu halsizlikle tansiyonum düştü, sırtımdan alev yürüyor. Ayaklarım birbirine dolanırcasına bahçeden içeri giriyorum. Döner kapı daha da döndürüyor başımı. İçerisinin sabah ışıksızlığı ve birbiriyle konuşan insanların yankılı uğultusu, bana seslenen görevliyi duymamı engelliyordu. Ne vakitten sonra, kabanımın altında kalan kolumdaki çantayı işaret ettiğini fark ediyorum. Savrukça bırakıyorum elimdekileri kaygan platforma. Çantayı içine alan makine sanki beni de içine alsın istiyorum; karanlık, küçük ve güvenli. Sonra burasının insanın içini ne derece ifşa edecek, mahremiyet arsızı bir yer olabileceğinin ayırdına varıyorum. Bu kısa süreli, evinsiz hayalin ardından kalabalığa dalıyorum, biraz önce içinde ne varsa ortaya serdiğim çantamla beraber. İyiden iyiye canımı sıkan bu sıcak basması yerini bulantıya bırakıyor. Tüylerim de ürperiyor, keşke bir kesme şeker atsam ağzıma derken bir kargaşanın içinden devrilmeden geçmeyi başarıyorum. “Pardon! Pardonlar” yerini “Özüre” bırakıyor derken fotoselli olduğunu düşündüğüm kapı açılıyor.

Ne ara geldiğimi bile anlayamadan hızlı bir giriş yapıyorum. Derin bir nefes alıyorum. Dört al, dört tut, dört ver, dört tut. Her seferinde denemişimdir beni daha da ritimsiz bırakan bu nefes alma egzersizini.

Oda tahminimden küçük ama kalabalık, o kafa dönüklüğüyle kestiremiyorum köşelerini. Bana bakan güzel bir kadınla göz göze geliyorum ilkin. Tedirginim, o beni gördüğüne daha tedirgin. Selamlaşmak için birbirimizi bekliyoruz. Belli belirsiz gülümse ve kafa hareketi yapıyorum. Belli ki herhangi irisini ilk karşılayan olmanın vermiş olduğu iletişim sorumluluğundan memnuniyetsiz, asık suratıyla karşılık veriyor. Belki de mizacı nemrut ya da sabahları böyledir kim bilir? Dalgın ve umursamaz bir ifadeyle suratıma bakıyor. İçi mi uyuyor ne? Yine empatlığın emici gücüne kapılarak, “Sabah sabah acaba derdi ne?” diye düşünürken buluyorum kendimi. Senaryolar aklımda uçuşurken kendime dayanacak bir yer arıyor, geri geri gidiyorum. Arkamdakine çarpıyor bedenim. Kişisel alanımı korumak için hemen uzaklaşıyorum. Temas ettiğim kişi önemli biri olmalı, bu sakarlığıma çok kızıyor, öfkesini sıktığı dişlerinin oynattığı şakaklarından anlıyorum. Gerek var mıydı şimdi bu tavra? Hem de böyle önemli bir günde? Sözle değil, gözle azarlanmış çocuk gibi indiriyorum bakışlarımı yere, bir daha yüzüne bile bakamıyorum. Utanmasa ceza verecek vicdansız herif! Yutkunurken boğazıma yumru takılıyor, boğazımı temizliyorum. Ah keşke bir şeker olsaydı.

Ensem ürperiyor, derinlerden bir bakış hissediyorum. Hani bazen olur ya istemsizce döner bakarsın; “o” oradadır, tam da sana bakarken göz göze gelirsiniz. İşte öyle bir dürtüyle bir kirpiğe değiyor gözüm. Sıcacık gülümsemesiyle biri bana bakıyor. Toplantıdaki en sevecen kişi bu olmalı diye içimden geçiriyorum. Biraz önceki mahcubiyetime üzülmüş olacak ki bu kişi şefkatli tavrını cömertçe sergiliyor bana. Gidip sarılasım geliyor bir an, dizlerimin çözülen bağlarına ne iyi gelirdi şimdi anne kucağı diye geçirirken içimden gözüm dolacak gibi oluyor hemen kendime geliyorum. Ne kadar çabuk mağduriyetler buluyorum kendime böyle? “Yok, bir de bayıl istersen Feriha! ” diye kendimle alay ediyorum. Kendime güldüğüm bu anlar, sevgi dolu bakışını atan kişiye iade-i ziyaret bir selamlama gibi oluyor. Sakin duruşu bana “Biz de geçtik bu yollardan. ” diyor.

Bir bilse o an ağzımın içindeki acımsı tadı. Uykusuz ve çalışkan gecelerimin eşlikçisi kahvenin intikamıydı sanki tüm tat alma duyularımı bir süredir ele geçirmesi. Ah bir kesme şeker olsaydı.

Görüşme başlamadan belki bulurum umuduyla çantamın derinliklerinde elimi gezdiriyorum.

Elime her gelenin beynimi meşgul etmesiyle hepsinden çirkin, saçı başı dağınık, depresif bir silüetle burun buruna geliyorum. Keşke şeker işini sonraya bıraksaydım diyorum içimden. Karşımdaki kişi bana o kadar soru soracakmış gibi bakıyor ki cevap vermek üzere yutkunuyorum. Günlerden beri hazırladığım cevaplardan birini vermek üzere hazırda bekliyorum. Usulca “Ne için geldin?” diye soruyor. Kalbimin gümbürtüsünü sustururken kulaklarım uğulduyor. Düşünüyorum “Ne için geldim?”

“Sahi ben ne için gelmiştim?”

Herkes durmuş bana bakıyor; nemrudu, öfkelisi, şevkatlisi, müptezeli, daha dikkatimi veremediğim, görece diğerlerinden daha mesafeli duran kalabalık, herkes dönmüş bana bakıyor. Tam sözlerimi toparlarken cevabımı bile beklemeden soruyu soran silüet ikiye ayrılıyor.

Donakalıyorum, göz bebeklerim büyüyor, zemin ayağımın altından kayıyor adeta. “Kat 35” diyor bir ses. İrkilerek kendime geliyorum. Karşımda insanlar duruyor ve bu şaşkın halime “Ya in ya da devam et” der gibi bakıyorlar.

Neden sonra kendimi dört tarafı aynalı asansörden dışarı atıyorum. Benzimin sararmışlığını gören kat sekreteri bana su uzatıyor. Holdeki karşılama koltuklarına bir çuval gibi atıyorum kendimi. Bilinçaltımın görüşme odasında karşılaştığım “benlerini” tekrar hafızama çağırıyorum. Yorgun bedenimin oynadığı oyunla kendime sorduğum soruyu yineliyorum inceden inceden;

“Sahi ben NE İÇİN GELDİM?”

 

Yazan
Yazar Hakkında: Nur Kan

Eksik Bir Şey Mi Var?

Yılın en sevilen zamanları gelmişti yine. Dilek zamanları… Yılbaşı mıydı, Hıdırellez miydi,...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir