-Birinci yaşlı kadın-
Dişleri dökülmüş, yanakları çökmüş kadının; sıska, buruşmuş yüzündeki dudakları ağzının içine doğru gömülmüştü. Bu nedenle dükkânın bir köşesinde sarf ettiği sözcükler, bir tepeden uçuruma doğru yuvarlanmış gibi boğuk, anlaşılması zor yankılar içinde son buluyordu. Adama bakarak birkaç defa “Acıktın sen” diye tekrarladı. Ne dendiğini zorlukla anlayan adam; gayrı ihtiyari kadına “Aç mısın nene?” diye sorma gereği hissetti. Başını ve kaşlarını kaldırarak cevap aldığı kadının solgun yüzünde, bazı zamanlar sulamayı unuttuğu çiçeklerini gördü. Bir yandan da kendi kendine gerçekleşen konuşmaya kulak kabartıyor “ekmek, almak” gibi tekrarlanan sözcükleri ile onun ne demek isteğini anlamlandırmaya çalışıyordu. “Ekmek alacan, eve gidecem, unuttum, acıktın sen” gibi karışmış bir yapının organize olmak isteyen dilinin, yetersizlik ile acı çeken hâli adamın zihninin daha derinlerinde yıpratılmış, değersizleştirilmiş insanı düşündürdü… Kadının sürekli söylenmesine “Tamam, anladım” diyerek karşılık vermesine rağmen onun hâlâ ortaya konuşur halde başka başka şeylerden de bahsetmesinden sonra ilgisini, yediği yemeğine verdi. Yine de söylenenleri anlamış gibi “hı, tamam, evet…” diyerek, kadını geçiştirdi.
Önce kadın çıktı dükkândan. Ağır aksak yürürken mırıldanmalarına devam ederek kapının az ilerisinde beklemeye başladı. Az sonra da adam çıktı dışarı. Kadının önünden geçerken göz göze geldiler. Birkaç adım sonra “Ekmek alacan.” diyen sesini duydu kadının. O an anladı sürekli tekrarlayan laflarındaki ekmek meselesini. Dönerek baktı kadına tebessümle. Elini cebine attı, “ekmeği sen alırsın nenecim, benim işe yetişme lazım,” diyerek buluşturdu ellerini kadınla. Unutulmuş çiçek, allanıp dirilerek yüreğine doğru yürüdüğünü sandı adam. Bir yandan da, “eve gidecem, unuttum…” diyordu kadın, hâlâ…
Yol boyunca kadının hayatına dair düşünceler geçti aklından. Kimsesiz veya hayırsız çocuklara sahip olma ihtimali için hüzünlendi. “Elimden başka ne gelebilirdi ki” diyerek bastırdı duygusunu. Yalnızlık iyi mi bir yaşlı için bilemedi. “Yılların biriktirdiği duygu ve düşünce yüklerini atmak için iyi bir zaman dilimi olabilir ancak zordur muhakkak; tutunacağın, destek alacağın bir dal olmadığı zaman’ diye ekledi düşüncesine, girerken işyerinin kapısından.
-İkinci yaşlı kadın-
Bir başka gün, yığıntısını telaşla bir yerlere taşıyan insanların arasından kendi yığınını taşıyordu adam. Gözlerini dalıp çıkardığı yabancı gözlerin içinde, bir ilgiden ziyade düşüncelerini aradı. “Ne dertleri vardı bu insanların? Şiir nedir bilirler miydi? Kitapların dostluğunu yaşarlar mıydı?” gibi sorularla boğuştuğunda ise utanırdı kendinden. “Belki de onlar için hayatın anlamı geçim derdi, eğlence ya da her nedense ayakta kalabilmek… evet sadece ayakta kalabilmek onlar için yeterli,” diyerek hak verirdi onlara. Uzun uzadıya incelemek isterdi bu insanları ancak kendisinin de koşuşturma içindeki hayatından vakit ayıramazdı buna. Bir iş için çıktığında dışarı o zaman bu düşüncesini gerçekleştiren izlenimler edinir ve notlar alırdı. Birkaç yüz metre içinde birçok duygu halini görebildiği sokakların, onda, yazmaya teşvik eden güdüsünü uyandırdığını da bilirdi. Eski yapılarla dolu sokakların yaşanmışlık dilini çözmeye çalışır, hayvanlardaki bakışlarda hayatın endişe veren yanını yüklenirken duyarlılık ile ilgili bir sorunu olduğunu söyleyenlerin sözlerini hatırlardı. Bu konu üzerine düşündüğü zamanlar ise elinde, umursayan yanının kişiliğini yıpratmak isteyenlere karşı kendini savunamayan yanına kızar; tartışma boyunca dili, geçici bir kekemelik yaşarken sessizce içine attığı sözcükler, çığlıklarıyla problemlerini geleceğine taşırdı. Gün gelir, yaşanmış olaylar benzer olgular ile yeniden alevlenir ve açılmış bir yarası varsa eğer yeniden kanayarak acıtmaya başlardı.
Cebinden not defterini çıkarıp duraksadı, “İnsan, yolunu bulabilmek için körler gibi yaşamayı öğrenebilmeli.” diye yazdı ve yürümeye devam etti. Yürüdüğü yollar ona körleri hatırlatırdı. Şehrin keşmekeşliği ile onların yaşadığı zorluğu düşününce içini bir hüzün kapladı. Ne zaman onlardan birisini görse, adımlarını yavaşlatıp bir ihtiyaçları olursa diye tetikte beklerdi. Adımlarını yavaşlatıp tek gözünü kapattı. Birkaç adım attı ve sonra diğer gözünü de kapatıp karanlığa üç beş adım daha attı. Tedirgin hissedince de bir gözünü kısarak önünü gördü ve aynı davranışı kısa aralıklarla tekrarlayarak yürümesine devam etti. “Zor, yaşanılan zor bir durum” diye geçirdi aklından. Birkaç adım daha ve işte o kadardı yapabildiği. Açtı gözlerini. Ana caddeye girdiğinde ise saatine baktı, üç buçuğa geliyordu. Yemeğini yedikten sonra kitapçıya da gitmesi gerektiğini hatırlayıp adımlarını hızlandırdı. Notlarına aldığı kitapların sayısı iyiden iyiye artmış olması onu huzursuz etmeye başlamıştı. Son zamanlarda az okuyup az yazmasını bir süreç olarak görürken okumanın ve yazmanın alışkanlık haline geldiğini bilse de bazı dönemler bu durumun onda bir doyum noktasına ulaştığını ve o dönemlerde düşüncelerinin demlenmeye, okuduklarının ise bir damıtma sürecine girdiğini anlardı. Bunun böyle olduğunu bildiği halde yine de notlarında artan kitapların sayısına karşı duyduğu huzursuzluk gitmemişti. Derin bir nefes çekti içine. Havaya sinen yanmış plastik kokusunu aldı. Öksürerek birkaç adım daha attı. Gözleri ilerde, kaldırıma yapılmış cebe konulmuş çöp konteynerlerinin yanında, yerlere saçılmış ve parçalanmış çöplerin arasında çömelmiş bir kadın gördü. Kadına yaklaştıkça dikkatini daha da arttırdı ve onun çöpleri karıştırdığını, seçtiği çürük sebze ve meyveleri bir köşeye ayırmış olduğunu fark etti. Gördüklerini tam idrak edene kadar kadının yanından geçip ilerlemişti. Üç beş adım daha attıktan sonra durdu, döndü ve kadına baktı. Kadın, bir pirinç ayıklar gibi ince ince ayıklıyordu kasalardan ve poşetlerden birşeyleri. Daha fazla dayanamadı. Gidip kadının yanına çömeldi. Onun, buruş buruş ve yaşlılığın getirdiği sorunlar ile bükülmüş parmaklarını hemen fark etti. “Nenecim” dedi yumuşak bir ses tonuyla. Tepki vermeyen kadının duymadığını varsayarak bu sefer daha yüksek bir tonla tekrarladı, “Nenecim!” Yaşlı kadın, arkasında beliren adama baktı. Adam, bu sefer daha zarif bir sesle “Nenecim, yeme bunları bırak, hadi gel, ben sana tazelerini alayım,” dedi. Bunu derken kadının kolundan tutarak yavaşça kaldırmıştı. “Hasta olursun nenecim yeme sakın onlardan,” diye tekrarladı adam, birlikte kol kola yürümeye başladıklarında. Kısa bir süre sonra kadın: “Sen bana parasını ver ben alırım,” dedi. Bir an yok diyecekti adam ama pek zamanı olmadığını hatırladı. “Tamam,” diyerek cebinden bir miktar para çıkarıp verdi kadına. Sokağın köşesine vardığında bir his ona, dönüp bakma isteği uyandırdı. Bu hissin meraktan ziyade geçmişe ait bir yaranın güdüsüyle geldiğinin farkındaydı. O an, tahmin etti göreceği tabloyu. Bakmadan yoluna devam etti. Yol boyunca hayatı ayıklayan insan biçimlerinin farklılıkları üzerine düşündü. “Bir semt pazarına gittiğinde de durum aynı değil mi? İyi ürünler, yaralı ürünler ve ezik-çürük ürünler. Herkes bir yerden hayatı seçiyor. Hatta pazar bittiğinde atılan ürünleri de seçenlerin bu kadının yaşadığı durumdan ne farkı var.” Bu düşüncelerle annesi gözünün önüne geliyor; onunla, çocukken pazara gittiği zamanları hatırlıyordu. Boğulacağını hissetti o an. Boğazı düğümlendi, gözleri doldu. Duyarlılığının, yaşadığı benzer nedenlerden dolayı olduğunu anlamıştı.
-Üçüncü yaşlı kadın-
Cumbalı penceresinde yağ ve yoğurt tenekeleri içinde sardunyalar çoğaltmış evin, sokağa bakan duvarına sırtını dayayarak oturmuş yaşlı kadını görünce; onun, dilenmek için orada olmadığını anlamıştı adam. Bir dilenciye has olmayan kendinden emin güçlü bakışları böyle düşünmesine neden olmuştu. Bastonunun ucunu yerdeki ufak bir oyuğa sabitlemiş ve bastonun sap kısmını iki elini üst üste koyarak kavrayan kadın; bu hâli ile sokaktan gelip geçenlerin de dikkatini bir hayli çekiyordu. Hafifçe beliren kamburu, buruşmuş yüzü, allanmış yanaklarının yanı sıra yazmasının bir ucundan sarkmış kiraz desenli iğne oyası ve şalvarının canlı renkleri ona otantik bir hava katmıştı. Çalıştığı dükkanın köşesinden uzun uzadıya incelediği kadında hissettiği coşkuyu, güçlü bir karakter yansıması olarak algılarken çivit mavisi gözleriyle bir an göz göze geldiler. Tedirginlikle kaçırıp gözlerini işine devam etti adam.
Birkaç saat sonra dükkanından dışarı çıktığı gibi hemen kadını aradı gözleri. Onu, son bıraktığı aynı tavırla oturuyor gördüğüne şaşırmış ve içindeki merak duygusu gitgide artmaya başlamıştı. Gün, tepeye kadar çıkmıştı. Binanın gölgesi her geçen dakika kadının sırtına doğru yürümeye başlamış, yarı güneş içinde kalan buruş buruş sevecen yüzünün derin hatları böylece daha net seçilmeye başlamıştı. Işığın uyandırdığı cazibe ile cebinden kalemini ve not defterini çıkarttı. Olduğu yere çömelip duvara yaslandı. Defterden bir yaprak yırttı ve kalemin ucunu yere sürterek sivriltti. Baş parmağını kadına doğru uzatıp, sol gözünü kapatır vaziyette ölçü aldı. Sert çizgi darbeleriyle kadının karakteristik hatlarını çizmeye başladı. Resmin, genel çerçevesini hemen çıkarmıştı. Duyguyu resme aktarabilmek içinse uzun uzun incelemeden sonra, “Dudaklarından düşmeyen tebessüm; güçlü, kendinden emin bir duruş ve o keskin mavi gözler,” diye düşüncesinde özetledi kadını. “Sonrası ise zamanın derin izleri…” diyerek de ekledi. Sert kalem darbelerinin yerini daha dikkatli ve yumuşak darbelere indirerek tamamladı resmi. Bitirilmiş bir yazıdan, resimden, kitaptan aldığı haz, kendini iyi hissetmesine neden oluyordu. Resmin alt kısmına ‘beklenen’ diye yazdı ve imzasını karaladı. Kağıdı, not defterinin arasına iliştirip doğruldu yerinden. Kadına tekrar baktığında onun önünde durmuş genç bir kız gördü. Kızın, güneşle parlayan sarı saçları, başının arkasına doğru kaymış yazmasının arasından bir başak gibi beline kadar uzanıyordu. Sırtında çapraz astığı küçük bir bohça, sol koluna taktığı hasır bir sepet vardı. “Yörükmüş” diye mırıldandı adam. Kız, usulca sepetini yere bırakırken yaşlı kadın, bir elinde bastonundan, diğer eliyle de kızdan destek alarak dikildi ayağa. O an, sert bir rüzgar esti; sepetin içinden birkaç küçük paket, kadının başındaki ak tülbenti ve şalvarlarındaki açmış bir baharın çiçekleri karıştı sokağa… Aynı rüzgâr, defterin arasındaki kâğıdı da uçurmuştu.
Birkaç gündür yaşlılarla yaşadığı etkileşimi ve onlara dikkat kesilmesine sebep olan nedenleri düşündü. Yaptıklarından dolayı kendine küçümseyen sıfatlar biçti. Sonra kendine haksızlık ettiğine karar verdi. Düşünceli mi oluyordu yoksa vicdanını mı rahatlatıyordu böyle davranışlarla bilemedi. Not defterini yeniden açtı; kalabalıkta yavaş yavaş kaybolan yaşlı kadın ve kıza düşünceli bir süre baktıktan sonra “Kimlik, yol ve yaşlılık; üç yoldaşı insanın.” diye yazdı, rüzgârla yola düşenlerin ardından.