Baskı Elzemdir

Yazar Hakkında: Cemil Er

Sohbetler (Boşluk)

•Bu durumun ruhumuza açtığı yarayı düşünemiyorum. ~Kesinlikle. Ancak asıl problem böylesi güç...
Devamını Oku

‘Kötülüğün bayrağı yükseliyor. Filippo Tommaso Marinetti’nin manifestosu, geçen zaman içinde kendine bir gerçeklik mi buluyor? Günümüzde gitgide yalnızlaşan insanın yarattığı toplum biçimi bencil bir hâl alırken teknoloji çağının hızlanarak artışı da ne yazık ki bizi, Marinetti’nin arzuladığı dünyaya yaklaştırıyor. Makineleşen dünya, kişiyi derinleşmeden uzaklaştırarak sanatçının -buradaki sanatçıyı tırnak içinde söylüyorum- sanatını da bir meta haline getiriyor. Hevesler, hazlar, değer yargıları bu duruma kaçışı körüklüyor. Kişi, sistemin beklediği standartlar ve koşullar ile toplum içindeki hayatını şekillendirirken iş ve geçim kaygısı onun sanattan iyice uzaklaşmasına neden oluyor. Sanatın özellikle günümüzde kaygısı olmayan zümrelerce daha fazla ele alınıp yapılması, sanat ile göbek bağı olan duyarlılık bağının azalarak incelmeye neden olduğunu düşünüyorum.’ Bir an için yazmayı bırakıp gözlerimi kapattım. Ellerimle, yüzüme gözüme bastırarak ovuştururken ‘ben’ diyorum, ben! Ne derece bu kötülüğe hizmet ediyorum. Yazmak, söz etmek kolay. Peki, benim bu kötülüğe hizmet ettiğim zamanlarım hiç mi yok? Mükemmel olamayız diyor içimdeki bir başka ses. Andrey Tarkovski’nin bir röportajında söylediklerini anımsıyorum. Sanırım şöyleydi: “Dünya mükemmel olmadığı için sanat var eğer mükemmel olsaydı sanat beyhude bir uğraş olurdu. Bir sanatçı hiçbir zaman ideal koşullar altında çalışmaz. İdeal koşullar var olsaydı sanat eserleri de olmazdı. Çünkü sanatçı bu vakumda yaşayamaz. Bir çeşit baskı elzemdir.” Baskı elzemdir! Birkaç defa tekrarlıyorum bu sözü. Gözlerimi açarak önüme inen karanlık perdenin geçmesinden sonra not tuttuğum defterin üst kısmına büyük puntolarla yazıyorum: “BASKI ELZEMDİR!” Üzerlerinde baskı kurulan yazarlar, sanatçılar düşüyor aklıma. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Kemal Tahir, Necip Fazıl, Orhan Kemal, Ahmet Telli, Abidin Dino, Arkadaş Zekâi Özger, Martin Luther, Pablo Neruda, Bertolt Brecht ve sanatı görmezden gelinerek ötelenen, önemsenmeyen kadınlar… Çok, o kadar çok ki doğu toplumlarda da batı toplumlarda da tarihin dehlizlerinden günümüze dek uzayıp gider bu isimler. Çünkü kötülük bayrağının ulus ve zaman ayrımı yok. Ama en çok doğu kanamış ve kanıyor hâlâ… Bu baskılar hâlen devam etmiyor mu? Bu baskılara sanatçı tarafından etkili eylemlerin azalması sanatın, makineleşen-dijitalleşen dünya ile Marinetti’nin düşüncesine doğru aktığını gösteriyor olabilir mi? Eski dönemlere bakınca insanın yaşadığı zorlu hayat koşulları ile gelen bir hikâye anlatma yaratısını ve yarasını da oluşturuyor elbette. Bu baskı iyiyi, adaleti, güzeli arayan kişiliklerin oluşması için bir veri olurken bu işleyişin bir ucu da sanatçı duyarlılığının doğmasına neden oluyor. Günümüzde ise yapılan baskılara rağmen rahatlık, kabul ediş, görmezden gelme durumları; sanatın, gelişmesini engelleyen etkenlerdir. “Baskı elzemdir.” söylemi ne yazık ki günümüzde, sanatın aydınlığını saçması için yeterli bir kıvılcım olamıyor. Düşünceler hızla akıp kayboluyor zihnimden. Yeniden yazmaya koyulup şöyle devam ediyorum. ‘Sıkışmak ve baskı, sanatçının bakış açısını parlatan bir kapı açıyor evet ama sanatçı ilkelerini, değişen koşullar ile modernize etme sevdasına girdiğinde ise sanatı duygusuzlaşıyor, duyarsızlaşıyor kısacası çoğalamayıp bir makine gibi kısır bir döngüye giriyor. Sanatı karakterinden, zekasından, derinliğinden ve vurgusundan uzaklaşıp sığlaşıyor. Oysa sanat hep muhalif olmalı ve iyiyi, adaleti, güzeli, aşkı aramalı… Muhakkak aramalı ve kaybolacak ise Marinetti’nin yapmak istediği gibi değil ona karşı savaşarak kaybolmalı. Durum sadece makineleşme değil elbet; yaşam tarzının bencilliğe doğru ilerlemesi ve sanatçının sanatında kendi mükemmelini arzulaması, onu kişisel doyumları için araması bu uzaklaşma için -bu kayboluş için- yeterli olabiliyor. Oysa, sanatçının koşulları ağırlaştıkça ortaya koyduğu eserlerin daha güçlü olduğu yaşanmış hayatlar ile ortada. Rahatlığın, yaratıcılığı azaltması belki de sanatçının en gizli düşmanı. Sanatçı, kendini huzursuz eden ve huzursuz edecek düşünce eylemleriyle meşgul olmalıdır.’ Yazmayı bırakıp, “Düşüncenin eylemleri” sözümü birkaç defa tekrar ediyorum ve aklıma Charlie Chaplin geliyor. Sinema sanatıyla yaptığı eylemi çok güçlü ses getirdi. Kapitalist sistemdeki insanın açlığını ve onun soğuk yüzünü görmüş olması ile bize sessizliğin filmlerinde, sistemin çöküşünü mizah ile anlatmadı mı? Goya’nın, “Çocuklarını Yiyen Satürn” isimli eserindeki ürkütücü gözlerin masum maskeleri, kötücül bayrakları ile hâlen aramızda, gölgeleri çocukların -geleceğin-  üstlerinde değil mi? Martin Luther’in, bir zenci kadın tarafından bıçaklanması ve sonrasında suikasta uğrayarak öldürülmesi, Antoine de Saint-Exupéry in 2. Dünya savaşında yaşadıklarının sanatına etkisi ve hazin ölümü; bu ve benzeri yaşamlar o kadar çok ki… Uğraşları, geliştirmiş ve değiştirmiş bir sanatçı erdemini taşımıyor mu? Onların hikayesi şehirlerinde, evlerinde, odalarında, kendilerinde kaybolmuş hayatlara bir mücadele alanı yaratmasına neden olmadı mı; olmuyor mu hâlâ? Güç vermiyor mu bize “baskı elzemdir” diyen şiar yolcuları? Gerçekliğe açtıkları sanat boyutu ile yarattıkları eserler, zaman ve mekanda insan olmaya doğru bir yolculuğa çıkarmıyor mu sanat severini? Sanatın gücüyle iyiyi var etmek, kaybolmayı göze almak değil mi? Sorular cevap bekliyor. Ben ise yorgun, gözlerimi yeniden ovuşturuyorum. Karanlık, hâlâ orada bir yerlerde, kötülük bayrağıyla; susmuyor, durmuyor, kaybolmuyor…

1
1
Bu içeriğin etiketleri
, , , ,
Yazar Hakkında: Cemil Er

Sohbetler (Boşluk)

•Bu durumun ruhumuza açtığı yarayı düşünemiyorum. ~Kesinlikle. Ancak asıl problem böylesi güç...
Devamını Oku

2 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir