Troyasanat dergisi Çanakkale’de çıkmaya başladı. Mevsimlik dergi yılda dört defa okurları ile buluşmayı amaçlıyor. Okuru bol olsun. Dergi, dünya ile bir kültür ve sanat köprüsü kurma amacını güdüyor. Çanakkale gibi kültür mirası olan şehrin hem yazarları hem sanatçıları hem de halkı ile böylesi değerli bir etkileşime ihtiyacı vardı. Dergi, Umut Germeç’in katkı sunduğu eserleriyle bir resim sergisi havasında aynı zamanda. Dizgisi güzel hazırlanan dergi boyut olarak biraz büyük, okurken elde kavraması zor oluyor. Yayınlanan şiirlerin yazı karakteri farklı seçilirken baskı rengi de soluk tercih edilmiş. Bu nedenle şiirleri okuması biraz zor, yorucu oluyor. İçerik olarak ise tatmin edici şiirler. Nisa Leyla’nın “Mekansızlığım” şiirindeki felsefe, Umut Germeç’in “Aşk ve İklim” şiirlerindeki imge ve duygu, Zeynep Kurada’nın “Lavin” şiiri dikkat çekici ancak bu şiirde “tariih” ve “taşımayaz” sözcükleri dize bütünlüğü olarak bakılınca yazım hatası gibi geldi bize. İlk sayı için bu ve benzeri hataları heyecana yoralım ve bir nazar boncuğu bırakalım. Diğer şiirler de derginin bütünlüğüyle uyumlu iyi şiirler. Burada şiir kısmı için tek eleştirel mesele şu olabilir; şiirlerin duygu tarafını bir kenara koyarsak eğer dilimizi de geliştirmesi, türetmesi için imge gücüne daha çok önem verilmesi gerekliliğini unutmamak lazım. Şairin bir görevi de Türkçeyi derin, geniş anlam çerçevesinde ele alıp kullanabilmek olmalı değil mi? Medine Sivri, “Şiirde Sürgünün İzdüşümü” yazısında Özkan Mert’in “Ülkesinden Ayrılan Bir İşçinin Türküsü” ve “Bir Mültecinin Mektubu” şiirini ve Bilgin Güngör, “İştirak Sayfalarında Yarım Kalmış Bir Roman: Kahraman Kız” yazısında Asu’nun “Kahraman Kız” romanının inceleme yazıları dergiye artı bir ciddiyet ve ağırlık katmış. Diğer yanıyla ise takibi ve okuması zor yazılar. Bir ah olarak kaleme alınan diğer bir yazı ise Yalçın Duman’ın “Toplumcu Edebiyatta Vefasızlıklar Üstüne” yazısı. Yazısında, Enver Gökçe şiir ödüllerinde gerçekleşen gelişmelerle ortaya konan vefasızlığa değinmiş. Ağır bir eleştiri yazısı olmuş ki söyledikleri doğru ise haklı bir serzeniş. Edebiyatımızda buna benzer acı olaylarla yaralanmış birçok hikaye vardır. Halil Özçelik “Görünmez Çocuklar” isimli kısa hikayesi yüreğinizi sızlatacaktır. Müjdat Güven’in Kaz Dağları temalı çığlığını Nûpelda ile imgeleştirmesi bizi doğa ile insan arasındaki vicdan muhasebesini yapmaya çağırıyor.
Kısacası dergi ilk sayısına rağmen genel içeriği ile hedefini ortaya koyan iyi bir işi başarmış. Akademik bir dilin, dergide ağırlığını hissedilse de ilerleyen dönemlerde sanatçılarla edebi söyleşilerin yapıldığı, hikayelerin ve denemelerin arttığı, müzik, tiyatro, sinema ve mimari sanat dallarıyla derginin iyice zenginleşeceğini ve okuyucusunu sanat ile fazlasıyla doyuma ulaştıracağını ümit ediyoruz. Böylesi güzel haberi bize yaratan, tasarımcısından editörüne ve yazarından yayınevine kadar emeği geçen herkese teşekkürler.
***
Türkiye Yazarlar Sendikası Çanakkale temsilciliği “Gökyüzünün yarısı kadınlarındır” temalı 21 Mart Dünya Şiir Günü etkinliğini Çanakkale Belediyesi’nin sağladığı yer katkısı ile düzenledi. Emeği geçenlere teşekkürler. Zaman zaman şiirlerle gözlerimizin dolduğu içten, samimi bir program oldu. Birbirinden değerli üç müzisyen de türkülerle etkinliği zenginleştirdi. Bu tür etkinliklerin bir önemi de şehrimizin usta kalemleri ile tanışıp sohbet etme imkanının sağlayan güzel bir ortam oluşturması. Bizleri üzen ise katılımın çok az olmasıydı. Özellikle Çanakkale şehri kültürel olarak yapılan etkinliklere güzel tepkiler veren bir şehir. Festival, konser, tiyatro gibi faaliyetlerde bunu görüyoruz. Bu etkinlikte de gözlerimiz üniversiteli gençleri aradı. Bu durum belki etkinliğin reklamının iyi yapılamaması ya da toplum olarak şiire olan ilginin azlığından kaynaklı. Ben bu durumu reklama bağlayarak yüreğimi ferah tutmayı yeğliyorum. Zaman elbette, şiirin sokak ile halk ile buluştuğu nice etkinlikleri büyüyecektir. Hayrettin Geçkin’in dediği gibi “mesele kalkmak / denemek bir kerelik / korkunun boyunu geçeriz kardeşlerim…”
***
Son dönemlerde bir mevzu kafamı karıştırıyor. Şiir, bir zümrenin elinde mi? Halktan, sokağın ve ülkenin nabzından uzaklaşan ve şiiri de ondan uzaklaştıran bir zümrenin… Bu aynı zamanda şiirin sınıflandırarak ötekileştirmesini yaratıyor. Oysa, halkın ‘iyi şiir’e ulaşma hakkı şairinden yayıncısına kadar bir memleket meselesi olmalı. Bakış açısına göre çok fazla yol ile çözülebilecek bir mesele bu. Bu nedenle iyi veya sıkı şiirin tanımını ortak evrensel bir bildiri de oluşturabilmek lazım. Şiir böylece halkın sevilen, aranan, istenen bir arzusu olur. Şiir hep içimizdedir zira sadece kendisine bakılabilmeyi, sezilebilmeyi bekler.
Edebiyat dünyasında eserin iyi veya kötü olarak değerlendirilmesi tartışılır elbette. Hatta fikirler beraberinde yeni tartışmalar da yaratır. Peki, sanat, iyi ve kötü olarak mı yoksa estetik ve güzel olarak mı değerlendirilir? Bu soru belki de felsefecilerin ya da sanatçıların üzerinde çokça durduğu ancak ortaya konulan ortaklığının az olduğu bir konudur. György Lukács: “Güzel ile değerli aynı şey değildir. Toplumcu olmayan eser güzel olsa da değerli değildir. Değerli ile sanat güzelliği birbirinden ayrılmaz. Toplumsal gerçekliği yansıtmayan eser estetik bakımdan da kusurlu olacaktır,” derken toplumsal gerçekliği olan eserin güzel ve değerli olacağına dair bir ilişkilendirme yapmış. Bu söylem veya bu söylemin tam zıttı ne kadar doğru o da tartışılır. Şiirin imgelem gücü, sanatçının imge dünyası eseri hangi akımla yansıttığı değil içeriğinde barındırdığı duygu, imge gücü, sözcüklerin yerindeliği ve edebi başka kriterlerle ölçülmeli. Zafer Yalçınpınar, “Şiirimiz güncel değildir abiler, dom!” başlıklı yazısına şöyle başlıyor: “1950’ler ve ikinci yeni sonrası girişimlerin yaşamdaki şiirselliği yüceltme veya imgesel alan derinliğini kullanarak dilin sınırlarını genişletme kapsamında başarılı olduğunu düşünmüyorum…” diyor. Böylece, dil-imge-toplum üçlemesinin birbiriyle olan ilişkisinin önemli olduğunun vurgusunu yapıyor. Şiirin veya sanatın poetika anlayışını diyalektik bağlamda irdelemek lazım. İlk insanların mağara resimlerinde ilkin kutsal, değerli ve güçlü olanları resmettiğini yani bireysel hazlarını değil de duygu yansımalarını görürüz. Keza, müziklerindeki ahengin özü bu duygulardan bağımsız değildir. Dil; resimden, müzikten olagelen bir nedenselliğin, zaruretin ürünü olarak ortaya çıkar. Dil-imge-toplum üçlemesi kendini müzik-resim-ses ile temel alarak nesneleştirerek evrenselleştirir. Bu nedenle şiir kişiden, aileden, toplumundan büyüyüp gelişerek ulusal olurken evrenselliğini bulur. Evrensel olan şiir işte döner dolaşır kişiyi bulur. Böylece güçlü bir diyalektik bağını kurar şiir; ortak acıların, sevinçlerin, hüzünlerin… Birbirine değen omuzları olan şiir güçlüdür. Şair ona, ortak hisler uyandıracak imgelerin arayışıyla açacağı etkilerin düşüyle tutunması lazım; tıpkı Filistinli şair Mahmud Derviş’in dediği inançla: “Şiir bir uçağı düşüremez ama pilotun kafasını karıştırabilir.” Evet, iyi şiir, el mahkum olarak görevlerini yaptıkları için zulmün karşısında duramayanların da kafasını karıştırabilir… Hatta güç bile verebilir: “Yitirip inancını kaybetme direncini…” (Grup Dinmeyen/Kavganın ortasında) şiiriyle.