Öncelikle bu yazının çelişkilerle dolu olduğunu ve ne kadar kaçınmak istesem de tuhaf monologlar olduğunu belirtmeden başlamak istemiyorum. Böyle bir şeyin ne kadar pozitif bir yanı olabilir ki diye düşünebilirsiniz. Belki de haklısınızdır ama zannımca kaliteli intiharların da olabileceğini düşünüyorum. Çünkü giderken arkalarında bir imza bırakıyolar, kaldı ki bu imza onlarla bu dünya arasında bir bağ kuruyor… Oysa intiharın kaliteli olması için bu dünyayla bir bağı olmaması gerektiğinden sanırım- müntehir bunu imza kaygısı ile yaptıysa- haklı çıkıyorsunuz. Zaten zarif bir şekilde intihar edecek romantik insanımız da pek kalmadı. Ama asıl bahsetmek istediğim şey intihar değil intihar fikrinin olumlu bir düşünce olduğu.
E.M. Cioran’ın, 1973’te Christian Bussy’e verdiği röportajda herkesin aksine, intihar değil intihar fikrinin kendisini ayakta tuttuğunu, yaşamına devam etmesini sağlayan tek şeyin intihar fikri olduğunu, bu düşünce olmasaydı bu hayata, bir yere bir şeye saplanmış olma duygusuna asla katlanamayacağını ve bu fikrin özgürlüğe dayalı olduğunu söylüyor. İntihar fikrine sığınarak yaşamak. Kendimizi öldürmemize gerek yok, çünkü eninde sonunda bunu istediği zaman yapabiliriz. Esas önemli olan şey bu fikri kafamızda taşımak. Bu kadar korkmamamız gerekiyor. Bu fikrin korkunç bir fikir olduğuna dair, ağızlara alınmayacak kadar dehşet verici bir düşünceymişcesine olan yanılgılarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Konudan çok fazla tekrara düşerek kopuyoruz sanki, olsun devam edelim…
İntihar söz konusu olunca aklıma David Foster Wallace’ın zihnin harika bir hizmetçi ama berbat bir efendi olması klasiği geliyor. Ateşli silahlarla intihar eden insanların kendilerini hep kafasından vurmaları tesadüf değil, o berbat efendiyi vuruyolar. Bu intiharların da çoğunda ölüm onlar tetiği çekmeden çok önce gerçekleşiyor. Ya zihnimiz, kontrölü kaybettiğimiz için berbat bir efendiye dönüşüyorsa? Ya o berbat efendiye bir kaçış yolu olduğundan bahsederek her şeyin kontrölünün onun elinde olduğunu hatırlatmamız gerekiyorsa? Aslında bunu intihar özelinde değil, hayatın her yerinde, her zaman ‘’sığınacak bir liman’’ olduğunu, kaçış yolundan ziyade bu fikrin varlığına sığınarak aynı zamanda korkarak yaşamanın manasızlığını düşünmeden edemiyorum. Bir kaçış fikri zihninde var olduğu sürece hiçbir zaman hiçbir yerde sıkışıp kalmayacaksın. Trafik ya da uzun kuyruklar gibi ”sıkışıp” kaldığımız, gereğinden fazla düşündüğümüz durumlarda bu korkunun üzerine gitmeyi çok isterdim. Bizzat kendime yaptığım, Bir şeylere sırf bu sebeple başlayamamamın ya da başlasam bile o istemediğim sonlardan korkmanın bana yaşattığı onlarca gergin saatin pişmanlığı üzerine gitmeyi çok isterdim. Bunu kendimden özür dilemek gibi sözde erdemlik içeren yazılardan zannetmeyin, belki özür dilenmesi gereken kişiler gerginliğime maruz kalmış kişilerdir ama asıl mevzu bu değil, gerçekten korkmamam gerektiğini, sığınacak limanın belki de verebileceği rahatlığı geç fark etmişliğin can sıkıcı olması.
Konudan çok fazla kopmadan, intihar fikrinin olumlu yönünü düşünsem de bu fikrin-ne kadar klişe bir söz- her şeyin fazlasının zarar olduğu ihtimalinde, bir saplantı haline geldiği noktadaki negatifliğini de düşünmemiz gerekebilir. Zaten çoğu olaya tek taraflı bakamıyoruz değil mi? Özellikle intihar konusuna… Bu nedenle intihar düşüncesinin, kurtuluş kisvesi altında bir trajedi olduğu gerçeğini, bu fikrin olumlu da bir yönü olduğunu ve gerçekten de bu fikrin var olmadığında insanın katlanamayacağını düşünerek örtbas ediyorum.
Burada sizlere konunun negatifliği ile ilgili çözüm sunacak birisi olmamakla birlikte, iletişimin öneminden de bahsetmeyeceğim. Artık ”Bukowski Kompleksi” damgası yemeden bar taburelerinde intihar düşüncelerinden bahsedememenin verdiği rahatsızlıktan da. Sözde değil gerçekten konuşmanın, sözde değil gerçekten konuşulacak biri olmanın gerekliliğini de söylemeyeceğim. Kaldı ki bu kusursuz iletişimin mümkün olmadığını mümkün olsa dahi değerinin asla anlaşılmayacağını biliyoruz. Buraya dek siz de benim gibi kafanız karışık halde geldiyseniz, kendi nezdimde yazının en az konu kadar muğlak olan sonucuna bağlarsam daha iyi olacak.
Nietzsche gibi ben de tüm insanlar için iyi gelecek değerlerle ilgili evrensel bir reçete olmadığına inanıyorum. Belki benim belki bu yazının belki de her şeyin bu kadar çelişkilerle -belki de yenilgilerle- dolu olmasının sebebi budur.