Hep aradığımız, olmadığında ne yapacağımızı bilemediğimiz şeydir anlam. Anlamı bulduğumuzda ise yetinmeyiz bununla. Anlamın gerçek olmasını; gerçeğin ise tutarlı ve mantıklı olmasını isteriz. Böyle bir gerçeklik katıdır ve daha makbuldür. Yumuşak, esnek, bulanık gerçekler işimizi görmez ve bizi anlama götürmezler. Bir şeyin katılığını vurgulamak için ise en çok mermer gibi deriz.
Peki, sokağa çıktığımız vakit en çok mermeri nerede görürüz? Eğer yakınlarımızda bir mermer ocağı ya da mermer işleme atölyesi yoksa mezarlıklar bize zengin bir mermer bahçesi takdim ederler. Renk renk mermerler ile bezeli kocaman bahçeler. Çoğu beyazdır gerçi. Mezarlıktaki granit mermerler bir statü habercisi gibidir diğer yandan. Ama yazıları bellidir: Hüvel Baki, Ruhuna Fatiha.
Uzunca servilerin altında sere serpe uzanan soğuk ve sert mermerler kaskatı olan gerçeği bize hatırlatırcasına kahverengi toprakla bütünleşmiş gibidirler. Mezarlar mermerden yapılmış eşiklerdir. Eşiğin bu tarafı hayat, ötesi ölümdür. Ancak ölümden bahsedebilmek için canlı olmak gerekir. Doğmuşuz ve yaşıyoruz bu hayatı. Mermer eşiklere varana kadar yolumuz var. Bazen uzun bazen kısa; bazen dolu bazen boş.
Her canlılık bir sancıyı işaretler ve her sancı bir doğumu. Doğumlar gürültülüdür. Bir doğum, hayatın ve ölümün sesini işittirir size. Eğer duyularınız sağlamsa doğanın her yıl doğumu ölümün de habercisi olup çıkar. Yani bahar aslında cenaze salâsıdır okumasını ve işitmesini bilene. O halde her cenaze salâsı duyduğumuzda bize anlam veren bir gerçeği tekrarlayalım: sahip belli, rücû belli, rücu edilecek yer de belli.