•Hayatın gitgide bir kurallar hiyerarşisi olduğunu anlamaya başladım. Heyecanlar yaşadığım o ilk özgürlüklerimi özlüyorum.
~Bu durum üzüyor mu seni?
•Evet, üzüyor ama üzüntüden çok, dediğim gibi korkuyorum sanırım.
~Korkularının üzerinde durmaya ne dersin? Bu durumun hakkında bana başka neler söyleyebilirsin?
•Büyüyorum ve büyümek bu duygumu tetikliyor sanki. Büyütmekten kastım aslında düşünmek. Düşünme sistemim geliştikçe davranışlarıma biçtiğim değerlerin bir sınırı oluyor. Bu neden böyle oluyor inan ki bilmiyorum.
~Bu sınırın adına toplum diyoruz. İçindeki ilkel toplum büyüdükçe modern topluma geçiyor. Bu geçiş süresi bir ömür boyu da devam edebilir ya da bir yerde artık durabilir.
•Ama dediğin gibiyse eğer bu çok ürkütücü. İlkel toplumdayken daha iyi hissettiğim zamanlarım vardı. Hatta daha mutluydum!
~Mutluluk aslında ilkel toplum veya modern toplum olmakla alakalı değil daha çok yaşam ve düşünce biçimiyle alakalı.
•Neden ki? Bu modern toplum içinde büyüdükçe benden beklentiler artmaya başladı. Üzerimdeki bu yük, bu mutsuzluk ve korku modern toplumun eseri değil mi?
~Bir bakıma öyle evet. Örneğin, modern toplumda okul hayatının görevi bizi hem sosyal hem de zihin olarak hayata hazırlamak içindir. İlkel toplumda ise hayat okulun kendisidir. Başarı ve başarısızlık bir ayrışmanın değil saygının temsilidir. Mutluluk veya mutsuzluk orada güçle özdeştir. Öğreti ve eğitim, atadan yeni nesile aktarılan birikimdir. Doğanın içinde yaşanılan tecrübelerle de bu eğitim pekişerek gelişir. Orada, mutluluk diye bir kavram aranılan, peşinden koşulan bir olgu değildir. Modern toplumda ise yolunu çoğu zaman yönlendirmelerle bulursun. İçgüdülerin zayıflamıştır. Doğayı, kendini, düşünceyi(sanatı, bilimi) buldukça da toplumun bir yerinden hayata tutunarak kabul görürsün. Yani ilkel topluma göre mutluluk, modern toplumda yaratılan bir kavrama, ihtiyaca dönüşür.
•Bana, doğamıza karşı bir yaşam biçimini mi yaşıyoruz artık diyorsun?
~Maalesef… Modern toplum kendi ihtiyaçları için seni kullanır. Sana, sınırları olan, ne yapman gerektiğini söyleyen veya sana iş sağlayarak emirler veren bir hayat çizer, yani biçimlendirilmiş olursun. Bazen olmadığın şeye dönüşebilir ve bu tanımadığın şeyler yüzünden korku ve endişe duyabilirsin. Mutsuzluğun temelleri böyle böyle atılmaya başlar.
•Anlıyorum sanırım. Peki, bundan nasıl kurtulunur. Sonuçta neden mutsuz olmak, korku içinde yaşamak isteyelim ki.
~Evet, işte bu noktada artık istemediğin için düşünmeye, sorgulamaya başlıyorsun. Belki de modern toplumun panzehiri düşünce ve akıl oluyor. Düşünmek özgürlüktür çünkü. Sınırlarını olmayan ama insani sınırlarını da belirlediğin güçlü bir silah.
•Bu güce sahipsek peki, neden yıllarca bir asker düzeninde saf tutup emirler dinleyip, görevler üstleniyoruz?
~Sonuçta saf tutan da emir alan da sensin. Yani bir iraden ve seçme hakkın var. Ne kadar mutsuzluk ve ne kadar korku içinde yaşayacağını bir bakıma sen seçiyorsun.
•Ama öyle olmuyor. İrade ve seçim yapma haklarımı bir statü belirliyor. Bu kurulmuş asker düzeni içinde bir bağ değil bağımlılık var. Ondan kopmak demek sınırlarını keşfetmek değil adeta yargılanmak, cezalandırmak, ötekileşmek demek. Bunu şu anda bile hissedebiliyorum. Arkadaşlarımın davranışları ve benim onlara özenip benzeme arzum. Hayır, bu seçme hakkından daha derin bir mesele gibi duruyor. Üstelik ileride bu seçme hakkımızla yaptıklarımızdan dolayı suçlanıp ceza alabiliriz!
~Evet, pek olası çünkü modern toplumun yasaları kendini korumak üzerine kuruludur. Çocukken bu seçme hakkını zorbalık ederek elde ederiz. Büyüdükçe ise artık ‘suç’ ile cezalandırılma korkusu seçimlerimizi sorgulamamızı sağlar. Yine de bu farkındalık suç oranı düşük bir toplum oluşturamayabilir.
•O zaman, biz nasıl korku içinde yaşamadan, özgür, mutlu, suçları azalmış bir iradenin toplumuna sahip olacağız?
~Korkuyla değil sevgiyle yönetildiğimiz zaman belki. Korkunun nedeni bana sevgisizlik ve güvensizlik demiştin değil mi?
•Evet.
~Yine de tam olarak değil. Korku, canlının hayatta kalması için bir içgüdü. Sevgiyle büyümüş ve kendi hayatını idam etmekten başka hiçbir şeyi olmayan insan da mutlu olabilir veya korku duyabilir hayattan. Bunun statü ile ilgisi yok. Sınırlar ile ilgisi var. Suçu bir tarafa bırakalım çünkü onun içerik olarak alanı çok geniş. Burada şunu diyebiliriz; insan, haklıyken de toplumun anayasa kuralı içinde suç sayılan davranışlarda bulunabilir. Belki de insanın sınırlarını bilmesi gerektiği yer özgürlüğüdür.
•Nasıl yani anlayamadım? Özgürlüğün olduğu yerde sınır olur mu hiç?
~Bazı kavramlara açıklık getirmemiz lazım. Şöyle örnek vereyim. Okulda sınıftasın ve bir konuya dair fikirlerini özgürce söyleyebiliyor hatta eleştirilerde yapabiliyorsun değil mi?
•Evet.
~Ama bunu yaparken kendine haddini aşmayan bir sınır çiziyorsun. Eleştirel söylemlerinin ölçüsünü karşındakini düşünerek yapıyorsun. Ya da aynı sınıfın içinde herkesin bilgiye ulaşmasını tehdit edecek davranışlar sergilemeden kendine bir sınır çiziyorsun. Kısacası başkalarının özgürlüğünü tehdit etmemek uğruna kendimize sınırlar koyarız. Özgürlüğün sağlam temelleri her şeyi yapmamak üzere atılır.
•Yine söylüyorum, bu dediğin özgürlüğe aykırı!
~Evet, ilk bakışta öyle görülebilir. Şöyle anlatmaya çalışayım. Mutluluğun yerini hazlar alırsa eğer bununla birlikte bilinç dışı güdülerin ortaya çıkmasına neden oluruz. Gerçekleştirilen eylemlerin sonuçları da totaliter kişiliklerin yaratılmasına zemin hazırlar. ‘Ben değerliyim’, ‘Ben bireyim’, ‘Ben özgürüm’ gibi söylemlerin kişide ortaya çıkardığı yücelim içeren tavrın benimsenmesine ve ilişkilerdeki kişilik totalitarizmin doğmasına neden olur.
•Bu söylediklerini anlamak istiyorum. Aslında düşününce, çevremde çokça duyuyor ve görüyorum bu ‘Ben’ içeren söylem ve tavrı. Hatta bende son zamanlarda yaşıyorum bunu.
~Bu senin gelişiminin bir parçası. Belli döneminden sonra bunu kendinde eğitmen gerektiğini anlayacaksın. Özgürlüklerini eğitmezsen maalesef iyi hissetmek yerine hastalanmaya daha çok yatkın olursun. Sigmund Freud adında bir doktor var. Bize, Psişe modeli diye bir kavram oluşturdu. Bu kavramla, insan davranışını bir buzdağı gibi belirtti. Çağımızda artık bu kavramın işleyiş süreci çok belirgin. Tuhaf olan ise şemalaştırdığı buzdağının görünmeyen kısmının artık iyice görünür olduğu ve kişiliklerin de gitgide ‘mutluluk totalitarizmi’ yaşadığı. Toplumumuzda artık kişilerin bu tehlikeli dönemlerinin etkileri görülmeye başlandı. Nedir o etkiler diye sorarsan eğer en yıkıcı olarak şunları diyebilirim; cinayetlerin ve cinnet olaylarının, tecavüz ve tacizlerin, zihinsel ve fiziksel istismarcıların çoğalması…
•Anlayamıyorum, insan neden ve nasıl buna dönüşebilir? Ben de mi öyle olacağım?