Türkler, İslâm’ı kabul ettikten sonra büyük bir medeniyet inşa ettiler.
Devlet yönetiminden mîmâriye, edebiyattan sanata, çiniden tezhibe, mûsikîden-ahlâk nizâmına kadar her mecrâya bu medeniyetin derin izlerini nakşettiler.
Bu nakış, cilt sanatına da işledi ve ciltleme konusunda dünya milletlerine ilham telkin edildi.
13. yüzyılda Selçukluda başlayıp, 16. yüzyılda Osmanlıda zirve yaparak en nâdide örneklerin meydana getirildiği kadim cilt sanatı, 19. yüzyılın sonlarına kadar bizim tekelimizdeydi.
Ancak sonra;
Tanzimat’tan itibaren, ülkemizde ciltçilikte
makineleşmeye gidildi.
Okuma yazmanın mecbûrî oluşu, okuyucu sayısının fazlalaşmasına bağlı olarak artan talep, ancak makine cildi ile karşılanır hâle geldi.
Dolayısıyla sanayileşme/makineleşmeyle birlikte klasik cilt sanatı ülkemizde durma noktasına geldi ve unutulmaya yüz tuttu.
Hâlihazırda;
Ülkemizde çok az sayıda mücellid (cilt ustası) bulunuyor.
Eskimiş veya cildi bozulmuş kıymetli kitapların ciltleri, maalesef basit matbaa ciltleri ile yenileniyor.
Ciltçilikte İngiltere, Almanya ve İspanya hayli yol kat ederek bu sanatın icrasında bizim önümüze geçmiş durumda.
Bu kadim sanatın ülkemizde korunması, icrasının teşvik edilmesi ve gelecek nesillere aktarılması son derece önemli.
Bu kısa bilgilendirmeden sonra gelgelelim benim ciltçilik serüvenime…
Sene 1995.
Babam, Trabzon’un Sürmene ilçesine bağlı Gültepe Köyü’nde (eski ismi Gucara) vazîfeli.
Köyde eski bir Osmanlı medresesi mevcut.
Medrese kütüphanesinde eski yazma eserler, Osmanlı’nın son devrinden kalma Kur’an-ı Kerim’ler, tefsirler, fıkıh kitapları var.
Bunun yanı sıra, kuvvetle muhtemel kestane ağacından yapılmış, burguları el işlemesi ile oyulmuş eski bir Cendere.
Cendere’ye babam yabancı. İşlevini ve varlık gayesini bilmiyor.
Köyün hayatta kalan son ulemâsından, 90’lık çınar Hacı Tevfik Efendi anlatıyor babama Cendere’yi.
Ne işe yaradığını ve nasıl çalıştığını gösteriyor.
Medrese kütüphanesinin eskimiş kitaplarından birini alıyorlar ve birlikte tamir ediyorlar.
Derken babam işi öğreniyor ve kendisi de başlıyor kitap ciltlemeye.
Ben de o vakitler 7-8 yaş civârıyım.
Babamın yanından ayrılmıyorum ve büyük bir keyifle onu seyrediyorum kitap ciltlerken.
Arada bir bana da iş buyurursa ne âlâ, keyifle îfâ ediyorum.
Derken kütüphanede tamir edilecek kitap kalmayınca ve biraz da ciltçilik malzemelerinin temininde problemler yaşanınca, babamın ciltleme işleri sekteye uğruyor.
Sene 2017.
Aradan yaklaşık 25 sene geçmiş, mevsim kış.
Bir gün, evimdeki şahsî odamda oturmuş bir yandan radyomda TRT’yi dinlerken bir yandan da dışarıda yağan karı seyrediyorum.
Davetli konuşmacı cilt sanatını anlatıyor.
Pür dikkat dinliyorum.
Radyo anlattıkça bizim kitap ciltleme işi geliyor hatırıma ve müthiş bir heyecanla başlıyorum çocukluk anılarımda seyr-ü sefer eylemeye.
Duygulanıyorum, heyecanlanıyorum, huzurluyum.
25 sene üstüne, bıraktığım yerden, bu sefer babamsız, kitap ciltlemeye ve odamı bir cilt atölyesine çevirmeye karar veriyorum.
Hatırımda bir iki teknik var ancak silik, net değil.
Nasıl yapacağım, nereden başlayacağım, kimden öğreneceğim sıkıntısı sarıyor benliğimi.
Bilgisayarımın başına geçip başlıyorum araştırmalar yapmaya.
İlk olarak cilt bezi, mücellid tutkalı, çizgi aletleri, dikiş ekipmanı, kesim matı, şirâze gibi gerekli âlet-edevatı temin ediyorum.
Daha sonra kitap ciltleme ile ilgili videolar bulup seyrediyorum; çoğu yabancı kaynaklı videolar.
Videolardan görerek bir-iki kitap tamir ediyorum ancak istediğim gibi olmuyor.
Videolarda işin püf noktalarını göstermiyorlar.
Bu sırada mücellidlik aşkı iyice işliyor içime, mutlak sûrette bu işi öğrenmeliyim diyorum.
Arama-tarama-soruşturmaların netîcesinde İstanbul’dan Beyhat ustaya, Ankara’dan Ömer ustaya ulaşıyorum.
Derdimi anlatıyorum.
Allah onlardan razı olsun, her konuda yardımcı oluyorlar.
Uzaktan video görüşmeleri ile bana işi öğretiyorlar, püf noktalarını gösteriyorlar, telefonda saatler harcıyoruz.
Arabama atlayıp bulundukları şehirlere giderek kendilerini atölyelerinde ziyaret ediyor ve birebir rahle-i tedrislerinden geçme imkânı yakalıyorum.
Eksik olan ekipmanlarımı da onların yardımları ve yönlendirmeleri ile tamam ediyorum.
Bu arada, ülkemizde ciltleme işi durma noktasına geldiği için gerekli ekipmanın temini hiç de kolay değil.
Sıfırı üretilmeyen malzemeleri gerek eski matbaacılardan, gerekse hurdacılardan temin etmek zorunda kalıyorum.
Bazı aletleri ise kendim îmâl ediyorum.
Süreç yorucu ve zahmetli, sabır şart.
Hâlihazırda;
Eksiksiz âlet-edevâtıyla evimin bir odası tam teşekkülü bir cilt atölyesi.
Kendimin, eş-dost ve akrabalarımın eskimiş kitaplarını bilâbedel tamir ediyorum.
Cilt işinin tâliplilerine üniversitede ve çeşitli kamu kurumlarında karşılıksız olarak ciltlemeyi öğretiyorum.
Bu işi öğrenmeli, çocuklarımıza öğretmeli ve can çekişen kadim bir Türk sanatını ayağa kaldırmalı.
Vesselâm…