Özgürlük Sanrısı

Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Özgürlük Sanrısı

Zannettiğimiz kadar özgür müyüz? Havada uçuşan söylemler, kulağımıza sık değen kelimeler bir...
Devamını Oku

Zannettiğimiz kadar özgür müyüz?

Havada uçuşan söylemler, kulağımıza sık değen kelimeler bir anlam boşalması yaşar, çünkü çok duyuldukları için üzerine düşünülmez; hazırdan bir anlam giydirilir.

Özgürlük, ortalıkta dolanan en özgür kelime…

Beş odalı bir evin içinde, “Tüm odalara girebilirsin.” denilse insan özgür olur mu? Masaya konulan yedi çeşit yiyecekten, “Bunların hepsinden yiyebilirsin.” denilse insan özgür sayılır mı? Bir varış noktasına giderken, sayısız yol varken on değişik yol seçeneği verilse bu seni özgür kılar mı?

Özgürlük, o beş odalı evin dışına çıkabilmeyi, masadaki yiyeceklerden farklı tatları da arayabilmeyi, bir varış noktasına sayısız seçenekten istediğin yolu seçebilmeyi gerektirmez mi?

Ana rahminin güvenli çeperinden, göbek bağının kesilmesiyle dünyayla olan hikâyesi başlar insanın. Bir eve doğar; o evin aile dinamiklerine, kendini karşılayan anne babasının geçmişten getirdiklerine… Yaşam hikâyesinde en önemli dokunuşları yapacak olan anne babasının anne babalığına doğar. Bir topluma doğar insan; o toplumun kültür yapısına, değer yargılarına, köklü inançlarına… Doğumuyla birlikte mikrodan makroya her an öğrenme hâlindedir insan. Yakaladığı ilk ses ritimlerinden tek heceli kelimelere, cümlelere derken anlamlara açılır insan; doğduğu o evde, mahallede, semtte, şehirde, ülkede, coğrafyada… İlmek ilmek dokunur insan. Onca desen biriktirir zihinsel kodlarında; ailesine, kültürüne, değerlerine, inançlarına dair… Ve hayatının o yıllarında kendine ve dünyaya dair bir inanç oluşturur insan.

Göbek bağının annesinden kesilmesiyle ilk annesiyle bağ kurmaya başlar insan. Eğer o bağ güvenliyse diğerleri de güvenlidir onun için ve dünya güvenli bir yerdir. Üstelik bu güvenli bağ onu ileride kendine de güvenli kılar. Potansiyelini keşfetmesi, cesur kararlar vermesi ve kendine uygun seçimler yapması muhtemeldir. Oysa anneyle güvenli bir bağ kuramadığında endişelerle dolar insan. Huzursuzdur. Diğerleri ve dünya tekinsiz bir yerdir. Güvenilmezdir. Kendine de etrafındakilere de hayatı zehir edişi bundandır. Bir türlü sevemez kendini de diğerlerini de… İçinde kocaman bir boşluk taşır. Sevgiye ve güvene dair zihni bulanıklaşır. Seçimlerinde sıkça yanılır… Üstelik böyle oldukça da kendine, diğerlerine ve dünyaya kızgınlaşır…

Kendine bakanların gözleri bir ayna gibidir bir bebek için; oradan bakar kendine. Eğer varlığı olduğu gibi kabul edildiyse o da kabul eder varoluşunu. Sevildiyse o da sever biricikliğini. Fakat olur da varoluşu başka şekillere zorlanırsa ya da değerliliği koşullara bağlanırsa, kendine bakanların sevgisini alabilmek uğruna kendi varoluşuyla bağlantıya geçemez. Daha kendini tanıma fırsatı bile bulamadan, kendisinden istenilenleri yapar insan. İlk katledilişidir bu, eşsiz varoluşunun… İşte burada bir inanç geliştirir: Bana bakanların sevgisine muhtacım ve bu sevgiyi alabilmek için onların istediği koşullara uyumlanmalıyım! Bu ilk uyumlanışıyla sonrakiler arasında otomatik pilotta salınır insan. Sevgi talep ettiklerine “hayır” diyemez, kendini arka plana, sevgisini istediklerini en ön sıraya koyar. Eğer değersiz olduğu hissettirildiyse o da kendisine değer verenler üzerinden biçer değerini. Kendini değersiz hissettirecek kim varsa mıknatıs gibi çeker. Ve kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi, değerli olduğu her şeyi, durumu ve kişiyi ıskalar; değersiz hissettiği tüm durumları ispatlar zihni.

Peki bu lanetli döngüyü fark etmeden, kendisine dayatılan inançları un ufak etmeden özgür bir zihinle bakabilir mi insan?

Gerçek özgürlük rahatsız edicidir. Çünkü görünmez prangaları fark etmeyi, otomatik pilottan çıkıp daha derinlikli idrak etmeyi, konfor alanından çıkıp yeni anlamlar üretmeyi gerektirir. Benliğimizi oluşturan sayısız ilmekten ve desenlerden oluşmuş uzun ve meşakkatli bir örgüden yanlış atılmış ilmeyi çekip, onun üzerine örülmüş tüm örgüyü sökebilmeyi ve dayatılan örgü modelleriyle değil, kendi motifini oluşturabilmeyi gerektirir. Jean-Paul Sartre, “İnsan özgürlüğe mahkûmdur.” derken tam da bunu kasteder; bize dayatılan ve benliğimize giden tüm yolları tıkayan, özgürlüğü demirden bir hırka gibi yük kılan görünmez zincirleri fark edebilmeyi… Sana giydirilmiş bir “ben” yerine, yeni bir cesaretle kendi “ben”ini oluşturabilmeyi…

Daha özgür olmanın yolu, zannettiğimiz kadar özgür olmadığımızı kabul etmekle başlar. Çocukluk öykümüzü bilmek, bizi uzaktan bir kumanda gibi kontrol eden bilinç dışımızın gölgeleriyle yüzleşerek bilinçli tarafımızı güçlendirmekle devam eder. Kişisel tarihimizi anladıktan sonra fark etmeden öğrendiğimiz ve neyi neden yaptığımıza dair bir sorgulamamızın olmadığı değer ve inanç sistemimizi sorgulayıp bilinçli tarafımızla değer ve inanç sistemimizi yeniden inşa etmemizle güçlenir. Etrafımızı hava gibi sardığından soluduğumuzu fark etmediğimiz postmodern dünyanın hayatımızın her alanını yönlendiren ve yöneten etkilerini görünür kılan farkındalıklı bir bilinçle güçlenir.

Peki, zannettiğimiz kadar özgür müyüz?

Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Özgürlük Sanrısı

Zannettiğimiz kadar özgür müyüz? Havada uçuşan söylemler, kulağımıza sık değen kelimeler bir...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir