Başlangıcı bilinmeyen ama sonuna karar verilebilen ölçütler silsilesi, zaman. Zaman dediğimiz olgu aslında insanın içinde bulunduğu somut dünyaya soyut inanış şekli. Gerçekten ölçülemeyen bu kavram nasıl anlamlandırılabilir. Hissedilen mi yoksa var olan mı merakının cevabına ulaşmak uzun bir tekâmül süreci gerektirir. İşte bu süreç, zaman olarak nitelendirilir ve her şey bu süreç içerisinde var olur. Eğer ki zamanın ne olduğuna dair açık bir düşünceye ulaşılamazsa, zaman ile insan ilişkisi sayesinde kavranan somut ve soyut tüm varlıkların ne olduğuna dair bir yargıya ulaşmak yerini kuşkuya bırakır.
İnsan yaşam döngüsü denilen kurallar listesini adım adım takip ederek, var olmaya çabalar. Deneyimler edinir, bu deneyimler yaşam kalitesini şekillendirir. Tarihte birçok kritik karar çekilen acılardan doğmuştur, zindanlara mahkûm edilen hayatlardan özgür dünyalara göç ile de devam etmiştir. Örneğin, Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi romanı, Tommaso’nun tutsaklık döneminde yazılmış bir eserdir. Mükemmel ülke düşüncesini temel alarak yazılmış olan bu eser aslında Tommaso’nun içinde var olduğu Dünya’nın zıttı bir dünyaya olan hasretinin ifade biçimidir. Tommaso kendi kendine geçirdiği zaman içinde daha iyi daha güzel bir dünya kurabilir algısını keşfetti, zaman ona bunu deneyimletti. Onun içinde zaman olgusu genel geçer bir yargıyı ifade etmedi.
Aslında, yaşamda var olma çabası zaman ile şekillenir, ihtiyaçlarda aynı doğrultuda vuku bulur. Özgürlük ve zamanın arasındaki ilişki tutsak zaman ile dışarıdaki zaman olarak düşünüldüğünde iki zaman mefhumu da ayrı duyguları içinde barındırır. Zaman yaşanılarak algılanan bir olgudur ve bu olgu örneklendirilecek olunursa, insan sevdiği işleri, hobileri yaparken yahut sevdiği bir insanla zaman geçirdiğinde, o zaman diliminin tanımını kurduğu cümle ile belirler: “Nasıl da geçti zaman, akıp gitti adeta…”. Çünkü mutlu olunan anlarda saklı saatler, dakikalar, saniyeler. Zaman, duyguların matematiği ile hesaplanır. Peki, buradaki 1 saat 60 dakika mı?
Diğer bir taraftan da, yapmaktan keyif alınmayan, zorla yaptırılan şeylerde ki saatler mutlu olunduğunda geçen saatlerle aynı hissiyatı vermez. Peki, bu 1 saatte 60 dakika mı? Göreceli denilebilecek bu zaman mefhumu, o zaman bir belirsizliğe mi hizmet eder. Zaman denildiğinde akla gelen Einstein’ın İzafiyet Teorisidir. Einstein zaman için, “uzay ve zaman bir algıdır” der ve bunu “mutlak bir zaman yoktur” diyerek destekler. O zaman yaşanılan anlar, dakikalar birer yanılsamadan ibaret. Bunu gerçeğe dönüştürmekte, yanılsama olarak bırakmakta insanoğlunun elinde. Yüzyıllar öncesinde yeryüzü hareketleri ile dünya var olmaya şekillenmeye başladı tüm doğallığıyla, belki bu başlangıç olarak kabul edilebilir, fakat öncelik ve sonralıkla ilgili herhangi bir fikir ortaya atmaz. İnsan yeryüzünde var oldu, doğal olan her şeye kendi iradesi doğrultusunda müdahale etti ve bu da gerçekliği sorgulanır hale getirdi. Yeryüzüne, dünyevi canlılara, varlıklara ve doğaya şekil vermeye başlayan insan dünyayı şekillendirilebilir bir düzen haline getirdi. Zaman kavramı içinde böyle denilebilir mi, insanın algıladığı mı şekillendirdiği mi, içinde sürüklediği mi?
Zaman geçmiş ve gelecek arasındaki köprüdür, fakat bir taraftan da yok oluş. Bir fotoğraf karesinde herkes hayatta, fakat bir o kadar da değil. Geçmiş geri getirilemez elbet, o halde zaman yok mu?
Melih Cevdet Anday’ın fotoğraf şiiri adeta öngörülmüş satırları andırır;
Dört kişi parkta çektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi…
Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar…
Babası daha ölmemiş Oktay’ın,
Ben bıyıksızım,
Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.
Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
Oysa hayattayız hepimiz.
Peki, hayatta mıyız hepimiz?