Yalnızlık Haddim Değil, Mahsusunun Kuluyum

Yazar Hakkında: Abdulkerim Diktaş

Bir ‘Sonradan Görme’nin Düşündürdükleri

Birey veya toplumun kendi kültürel değerlerini kaybederek aslından uzaklaşması ve buna bağlı...
Devamını Oku

İnsanoğlu yalnızlığa övgüler dizse ve ona edebî anlamlar yüklese de özellikle sosyal bilim disiplinlerine ait bilimsel metinlerin, insanın sosyal bir varlık olduğuna ısrarla vurgu yaptığını görüyoruz. Buna göre insan zorunlu olarak yalnız değildir! Yani insan yalnızlığı mümkün değildir. Neden peki?

İnsanın, aşkın bir varlık olan Allah gibi ezelî ve ebedî olmadığı malumumuz. Yani insan Allah gibi öncesiz ve sonrasız bir varlık değildir; bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Zaman doğrusunun üzerinde bir noktada hayatı başlar ve diğer bir noktasında ölümle son bulur. Başlangıcı olan bir varlığın başlatıcısının olması o varlığı henüz var olma aşamasında yalnızlıktan meneder.

İnsanın başlatıcısı anne-babadır. Sperm tek başına bir varlık teşkil etmeyeceği gibi, yumurta da tek başına bir mana ifade etmez. Yalnızken işlevsiz olan bu iki varlık, birbirleri ile kaynaşınca bir hayat belirtisi ortaya çıkmaya başlar. Anne-baba birlikteliği ile sperm-yumurta kaynaşması insan sosyalliğinin ilk kodlarını oluşturur. Sosyalliğin olduğu yerde canlılık, canlılığın olduğu yerde sosyallik kaçınılmazdır. Bu canlılık ve sosyallik harmanında bir takım biyolojik süreçlerden geçtikten sonra önce embriyo, sonra fetüs oluşur. Ve nihayetinde insan dünyaya gözlerini açar. İlk temas doğumu gerçekleştiren ebeyle, sonra ebeveynle kurulur. Derken hayat, sıvıların sosyalleşmesiyle başlayıp toprakla bütünleşinceye kadar nâ-mümkün yalnızlık çizgisinde sürüp gider.

Anne-babanın tanışması, cinsel birliktelikleri, spermin yumurtaya dahli, embriyo, fetüs, insan ve toplumsallaşan birey…

Kompleks ve fakat ihtişamlı bir sosyalleşme süreci…

Sosyalleşme kavramının içerisinde gönüllülük bulunabileceği gibi, zorunluluk faktörü daha yüksektir. Bebek zorunlu olarak annesinden beslenmelidir. Çocuk, öğrenmek için zorunlu olarak bir öğreticiye ihtiyaç duyar. Hastalanınca doktora gitmemiz, tamirat işleri için ustalarla görüşmemiz, alışveriş için markete-pazara uğramamız, sevmek ve sevilmek için güzel olanı arayışımız hep bu zorunlu sosyalleşmenin örnekleridir. Ruhsal ve duygusal olarak kendimizi yalnız hissettiğimiz zamanlar, gerçek anlamda bir yalnızlığı ifade etmez. Kalıcı değil, geçicidir. Bir süreçtir. O süreçten çıkışın yolu da yine sosyalleşmekten geçer; bazen gönüllü, çoğu zaman zorunlu sosyalleşme. Günlük hayatın idamesi için aklınıza gelen hangi eylem varsa, insanı zorunlu olarak sosyal bir varlık haline getirmektedir. Burada aynı zamanda bir muhtaciyet durumu söz konusudur. Yani insan, muhtaç olduğu için sosyal bir varlıktır.

Peki muhtaç olmayan kimdir?

Bütün kadim inanç sistemlerinde ve insanlık tarihinde muhtaç olmayan tek bir varlığa işaret edilmiştir:

Müslümanlar için Allah, Ehl-i Kitap için Rab, bir başkası için Tanrı, öteki için Tengri, vesaire…

Mademki muhtaç değildir, o halde yalnızlığa layık tek varlık O’dur.

Tek yalnız O’dur!

Yazar Hakkında: Abdulkerim Diktaş

Bir ‘Sonradan Görme’nin Düşündürdükleri

Birey veya toplumun kendi kültürel değerlerini kaybederek aslından uzaklaşması ve buna bağlı...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir