Sevgi Bağıl

Yazar Hakkında: Cemil Er

Sohbetler (Boşluk)

•Bu durumun ruhumuza açtığı yarayı düşünemiyorum. ~Kesinlikle. Ancak asıl problem böylesi güç...
Devamını Oku

Bahar ayıyla birlikte binaların kuytu köşelerine dikkatlice baktığınızda bir telaşın kanat gezdiğini göreceksiniz. Dil, din, ırk hatta iyi-kötü kişilik ayrımları gözetmeksizin, yaşam alanlarımızda yer alan yuvalarıyla, bizlere bir yakınlık kurar kırlangıçlar. ‘Kuş bu, böyle bir ayrımı yapmaz ki,’ diyebilirsiniz haklı olarak; evet, yapamaz böylesi bir ayrımı ama yine de tavırlara karşı değişebilirler. Bu da onların, yeterli süre sonrasında davranış değişimleri geçirmelerine neden olur. Seslerindeki farklı tonlamaların yanı sıra tavırlı kuşturlar. Ne demek istiyorum tavır derken? Size deseler ki, bir kırlangıç yuvasının altında gezinen bir kediye kızgın ötüşlerle sortiler yapıyor; şaşırır, bir düşünürsünüz değil mi, bu durum doğru olabilir mi diye? Bu söylenenin ne derece doğru olup olmadığını öğrenmek adına, şen şakrak ötüşen bir yuva belirleyip gözlem yapmaya başladım. Görmeden geçip gittiğimiz kuytulardan gelen seslere bakınca yuvalarda ne çok can olduğunu anlıyorsunuz. Seçtiğim yuvada dört yavru vardı. Sürekli beslenen bu yavrular büyük bir güdüyle açıyorlardı ağızlarını. Yaşama tutunma içgüdüsü; ölüme karşı durmanın gücü, farklı biçimlerde de olsa canlıların ortak noktasıydı. Yavru kuşların bu ortak davranışı hep muazzam gelmiştir bana. Bir süre sonra inanılmaz o şey oldu. Yuvanın altında dolaşan bir kediye karşı yetişkin kırlangıçlar saldırıya geçti. Kedinin tepesine bineceklerdi neredeyse. Hırçın kanat hareketleri, seslerindeki kızgınlık artmıştı. İşin tuhaf yanıysa kedinin bu savaş durumuna karşı pek umursar bir hali olmamasıydı. Sonra her gün anne ve baba kırlangıçların yuvadaki dört yavruyu beslemesini izledim. O emeği görünce; insanın nasıl da sevgiden, emekten yoksun büyüyen veya büyütülen bir canlı olduğunu daha iyi anladım. Karşılıksız sevgi verenin aldığı hazzın doyumu nasıl da büyüktü…

Birkaç gün sonra yuvadaki dört yavru arasındaki sürtüşmelerin arttığını fark etmemle beslenen yavruların da büyümelerindeki dengesizlikliği fark etmem bir oldu. Yuvaya gelen yemeğin çoğunlukla büyüyen yavru tarafından alınması, aralarındaki fiziksel gelişim farkını iyice açtı. Bu döngü böyle devam etti. Yavrular büyüdükçe de yuva hepsi için küçük gelmeye başlamıştı. Beslenmesi az olan yavrulardan biri bir gün yuvadan düşünce geri yerine koyduk. Ertesi gün yuvada üç yavrunun kaldığını gördük. Doğanın bu yanı evet acımasızdı. Yaşam böyle maalesef. Bu üç yavrudan ikisi hızla tüylendi, irileşti. Birinin sesi diğerlerine göre daha az çıkıyordu. Zayıf kalmıştı. Beslenme zamanı küçük yavruya üzülerek bakıyordum. Birkaç gün sonra yine düştü zayıf yavru yuvadan. Atılmıştı belki de… Şansı varmış ki bir kediden önce görüp yuvaya geri koyduk ama aynı durum yeniden yaşanınca bu sefer onu eşimle sardık avuçlarımızla ve bir daha da onu yuvasına koymadık. Evet, doğanın akışına çomak sokmuş gibi olduk ancak bunun izlediğimiz belgesellerdeki vahşi yaşam mücadelesiyle aynı koşullara sahip bir yanı olmadığını düşünmüştük ikimizde. Öyle olsaydı kedilere de mama vermemek lazımdı değil mi? İnsancıl olmanın erdemliliği bazen böyle inceliklerle örülmüyor mu?

İlk birkaç gün içinde bebeği olan insanları daha iyi anladık desek abartmış olmayız. Çaresizlik ve muhtaçlık içinde olan bir canlının yaşaması için verilen emek, çaba, sabır… Sonra ona yaşam verenin yaşadığı haz, o mutlu etmenin ve yürekte hayatın tazelenmesine dair his… Bu bağlılık, alışkanlık, ayin belki de insanın doğa ile olan özdeşliğini ortaya koyan nedenlerden biri; göz ardı edilemeyecek bir yansı… Küçük ama değerli bir parçası hayatın anlamı için. O doludizgin geçen birkaç günün ardından iyice alıştı yavru bize. ‘Karam’, dedik adını. Bağımlılıktan öte karşılıklı bağ kurduk onunla. Bir hafta sonrasında ilk uçuş denemelerinde anladık; biz, mutluluk yaşamayı unutmuşuz ne zamandır. O heveslerimizi, aşka dair öpüşmelerin heyecanını, dağıldığımız zamanlar o bizi toparlayan sevenlerimize karşı hissettiklerimiz ya da şu veya bu şekilde bize iyi gelecekleri unutmuşuz. “Hatırla” diyordu ya bir şair. Kendimize mutluluğu hatırlatmayı unutuyoruz artık…

Bu yavru da kendini unutmasın, hatırlasın diye internetten kırlangıç sesleri bulup dinlettim ona; ancak, umduğumu bulamadım. Hiç tepki vermedi seslere. Sonra şeytan dürttü gidip kardeşlerinin olduğu yuvasından ses kaydı aldım. Sonuç inanılmazdı. O sesleri dinler dinlemez ötmeye başladı. Tekrar tekrar dinletip aynı tepkiyi aldım. Ailesindekilerin sesini tanıyordu ufaklık. Bu, öylesine bir an değildi; hayatımda şaşkınlık ve mutluluğu aynı anda yaşadığım ender anlardan biriydi.

Aradan geçen on günde büyüdü Karam. Bir an önce onu; doğaya, özgürlüğüne, özüne, arkadaşlarına kavuşturmak istedik. Ürkmesin, korkmasın diye yavaş yavaş dışarıya alıştırmak için avucumun içinde gösterdim ona gökyüzünü. Bir süre sonra da bıraktım. İlk uçuş, hiç de kötü değildi. Erken yoruldu ve bir dala kondu. Sonra oradan bir göz kırptı bana ve gelip omzuma kondu. Gitmedi. Hazır değildi ya da hazıra alışmıştı. Korktu ya da ‘Daha küçüğüm gidemem,’ dedi. Ertesi gün ve diğer günler de böyle böyle talimler yaptık. Her sefer daha keskin uçuşları daha uzaklara gitme hevesi ve peşinde çoğalan arkadaşları oldu. Evet, kanatdaşlık kurduğu arkadaşlar edindi. Yine de her seferinde korkusuzca girip çıktığı ağaçların arasından, suyun üzerinde ustaca süzüldüğü anların ardından geri gelip kondu omzumuza. Değişen, gelişen ve unutmayan dünyasının içinde değişmeyen bir gerçekliği olmuştuk Karam’ın. Bir gün gidecek olsa da hatırlatmıştı bizlere; sevginin bağıl olduğunu…

1
1
Bu içeriğin etiketleri
, , ,
Yazar Hakkında: Cemil Er

Sohbetler (Boşluk)

•Bu durumun ruhumuza açtığı yarayı düşünemiyorum. ~Kesinlikle. Ancak asıl problem böylesi güç...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir