Eva Polyakova’nın Sırrı

Yazar Hakkında: Serkan Erkoç

Düşe Yazılan

Alkışlar eşliğinde kalın ve bordo perdeler kapanıyor, salondakiler henüz sona eren oyunu...
Devamını Oku

Denizin içinde bir mavi
Mavinin içinde bir deniz
Bilmez
Köpük köpük dalgalarda
Kanat kanat
Çığlık çığlık
Bu kadim şehrin kendisi de yalnız…

Bacaları tüten gemiler
Pencerenin pervazından kaybolur ıradıkça
Kirli yelkenliler, mavnalar
Ve kayıklar aynı nizamla
Koşuşturur oradan oraya
Yol olmadan
Oysa ne garipti tek haddi, tek sınırı deniz olmak!
Sınırsız
Uçsuz bucaksız
Bir denizde hapsolmak

Gün, akşam serinliğine ve sakinliğine bırakmıştı yerini. Tarabya’nın akşamı oldukça sessiz ve huzurluydu. Odalardan birkaçı birden boşalır boşalmaz yazlık otele taşınmıştı Eva. Grand Otel’dekine göre nispeten ufak odasında fevkalade bir deniz manzarasıyla haşır neşir ve neredeyse tatildeymişcesine geçiyordu günleri.
Ertesi gün Eva’yı heyecanlandıracak kadar önemliydi. Onu öylece dimdik, sargılı omuzu haricinde sapasağlam karşısında görmekten, üstüne üstlük kendisine ismiyle hitap etmesinden son derece memnun ve mutluydu. Hem o günden sonra ilk kez görüşeceklerdi. Yarbay Talat Eva’yı, Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin Grand Otel’de düzenleyeceği müsamereye davet etmiş, hiç düşünmeden evet demişti. Otelde bulunan broşüre göz attı bir ara. Müsamerede Necmettin Sahir’in “Kafkas Yolu”, “Dişi Arslan Yahut İntikam Ordusu” ve Aka Gündüz’ün “Muhterem Katil” adlı tiyatro oyunlarının sahneleneceği belirtilmekteydi. Hiçbirini tanımıyordu, dahası Türkçesi çok zayıf olduğundan pek de anlamayacaktı. Zaten bunun bir önemi de yoktu.
“Bugün odadan hiç çıkmadım” diye mırıldandı ufak balkonun vernikli ahşap trabzanlarına yaslanıp izlerken önünde uzanan denizi. Öğleden sonra güneş almayan balkonundan denizi koklamak, mavisini seyredip oturmak, birkaç satır karalamak, yanında getirdiği kitaplarını okumak ona çok iyi geliyordu. Günü böyle kapatmak da öyle.
Restauranttan odaya geldiğinde yemekte çalan kemanın kulaklarında ve ruhunda bıraktığı tınıları takip etti ve bir müddet denizin karanlığına daldı. Sevgili Dostoyevski’nin, Eva’nın doğduğu ve büyüdüğü şehrin tasvirinin içindeydi adeta bir zaman sonra. Denizin uzak kıyısına düşmeye başlayan ayın, odasına yansıyan şavkının ışıltıları arasında.
Tıpkı rüyalarında olduğu gibiydi. Saint Petersburg’daki Neva nehrinin kıyısında, kimi zaman anne ve babasının da olduğu rüyalar. Ve çoğu zaman tanıdığı mekanlarda hiç tanımadığı insanlar misafirdi rüyalarına. Uzun ve içten konuşmalar, gülmeler hatta kahkahalar. Uyanınca kim olduklarını bilemediği insanlardı bunlar. İçlerinden düz saçlı, ihtiyatlı, kibar bir hanımefendiyi sık görmeye başlamıştı. Eva’nın tüm sırrına vakıftı adeta. Çünkü öyle bakıyordu içine içine gözlerinin. Uzun ve yüz yüze konuşmalarda, ancak müşfik bir anne sesinin ve bir anne yüzü sıcaklığının yaşatabildiği huzuru hatırlatıyordu. Kimdi bu kadın, kimdi bunlar, çözemiyor, merak içini kemiriyordu günbegün? İstanbul’a gelmeden çok önce başlamıştı bu düşleri görmeye ve neredeyse her seferinde aynı karakterlerle meşguldü akşam olup, uyuyunca.
Geceleri odasının kapısını açıp bu insanlarla konuştuğunu, sohbetler ettiğini hatta içeri buyur edip tekrar yatağına döndüğünü hatırlıyordu kalktığında. Kiminin ellerinde ilaçlar, kiminde bavullar vardı.
Neredeyse her gece olan bu ziyaretlerin düş mü gerçek mi olduğunu anlayamıyor ve bu onu telaşa sürüklüyordu. Bunun için artık bir şey yapmalıydı. Hayli düşündükten sonra, odasının kalın ahşap kapısının ardına bazı ufak eşyalarını üst üste dizerek bir düzenek yapmaya karar verdi. Geceleri kapı çalındığında açıp, sohbet ettiği bu insanların gerçekten gelip gelmediklerini “bu sayede anlarım” diye ürpererek mırıldandı. Bu çözüme çok sevinmiş, hatta daha önce akıl edemediği için kendine biraz kızmıştı.
Yatmadan önce kapının ardına hayli uğraşarak şahsi eşyalarından güzel bir düzenek hazırladı. Üst üste dizdiği eşyalar kapı herhangi bir nedenle açılacak olursa bozulacak, aynı halde düzenlemek mümkün olmayacağından ya da bir hayli uğraş isteyeceğinden sabah kapıyı gerçekten açıp açmadığını teyit etmiş olacaktı.
Gece özenle hazırlandı saçlarını taradı ve uykuya daldı.

Ertesi gün, çoktan doğan Güneş’i müjdeleyen martı sesleri ile uyanmış, karanlık gece sohbeti bitmiş ziyaretçileri çoktan gitmişti. Apar topar yataktan kalkıp kapının arkasına özene bezene kurguladığı eşyalarına baktı. İnce hesaplanmış halde olduğu gibi duruyordu. Derin bir oh çekti Eva. En azından uzun süredir devam eden bu rahatsız edici durumun gerçek olmadığından emin olmuştu. Yine de rüyalarındaki karakterleri tanımlayamamak merakını uyandırıyor hatta biraz da korkutuyordu.
Tam bunları düşünürken kapının çalmasıyla irkildi. Telaşla çalan kapıyı açmakta yaşadığı tereddütten sonra ayaklanıp ağır ahşap kapıyı tek hamlede açınca donakaldı. Rüyalarındaki o müşfik sesin, o anne yüzünün sahibesi kadın karşısındaydı.
“Eva Polyakova iyi misiniz? Saat çok geç oldu odanızdan çıkmadığınızı görünce merak ettik.”
“Teşekkür ederim, ama siz de kimsiniz?”
“Eva Polyakova, ben Anastasia Fedorova. Lütfen mazur görün, tanımamanız gayet doğal.”
Eva’nın korktuğunu anlayan bayan Fedorova özür dileyerek kapının önünden hemen ayrıldı. Eva gerçekten hem korkmaya hem de sinirlenmeye başlamış, kapısının alacaklı gibi çalınarak zamansız ve alelacele yapılmış böyle saçma bir görüşmeden hiç memnun olmamıştı. Üstüne üstlük bayanın “tanıyamamanız gayet doğal” demesine de bir anlam veremiyordu. Korku içinde bir yandan kendi kendini teskin etmeye çalışırken “Otelin yazlık tesisi misafirlerin kaçta kalkacağına karar veremez hem de böyle bir densizlikle” diye mırıldandı. Kendi sesini duymakla az da olsa rahatladığını hissetmişti. Buna rağmen rüyalarındaki kadının bir sabah kapısında belirivermesini örtbas edebilmek için oteli kendi kendine şikayet etmesinden de ayrıca rahatsızlık duymuştu.
Kahvaltı için özensizce ve acele ile giyinip resepsiyona indi. Neredeyse akşam olduğunu fark edince şaşırdı Eva. Resepsiyondaki görevliye kadınla yaptığı görüşmeyi anlatıp bu uygulamadan memnuniyetsizliğini iletti. Resepsiyonistin cevabı ile ikinci kez şaşırmış ve korkmuştu.
“Bayan Eva Polyakova, otel uygulamalarımız gayet nettir. Sınırlarımızı belirleyen kurallarımız Avrupa standartlarındadır. Bu sebeple ne sizin bahsettiğiniz gibi bir uygulamamız ne de tarif ettiğiniz gibi bir personelimiz bulunmuyor. İzninizle, başka bir misafirim ile ilgilenmek durumundayım.”
Eva restauranta doğru giderken aklı karışmıştı. Kapısını çalan kadını rüyalarından tanıyordu. Hatta tam da bu sebeple göz göze gelince konuşmak için bir an toparlanması gerekmişti.
Akşam için hazırlanması gerektiği düşüncesiyle aceleyle bindi asansöre.
“Restaurant lütfen!”
“Hoş geldiniz, elbette Bayan Eva Polyakova” dedi konsiyerj.
Neden bu kadar tanındığını anlayamamıştı. Ama bundan memnun olmuştu, böyle bir hengamenin içindeyken bile.
Muti, uslu, kafasında soru işaretleriyle demir parmaklıkları izlemeye koyuldu Eva.
Tık, tık, tık.
Ünledi konsiyerj İdris:
“Restaurant bayan Polyakova!”

Bu içeriğin etiketleri
,
Yazar Hakkında: Serkan Erkoç

Düşe Yazılan

Alkışlar eşliğinde kalın ve bordo perdeler kapanıyor, salondakiler henüz sona eren oyunu...
Devamını Oku

1 Comment

  • Sürükleyici, yaşanılan anı hayal ettirebilen bir anlatım.
    Teşekkürler bu güzel paylaşım için.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir