
“Papazların dediğine, kitapların yazdığına göre içeri tıkıyorlar. Birkaç kez de tımarhaneye attılar, yine de bir şey yapamıyorlar bana. Özgürüm çünkü. Adın nedir senin diye soruyorlar, bir adım olduğunu sanıyorlar. Oysa yoktur adım. Hepsini attım; ne adım vardır ne yurdum. Ben varım yalnız. Adın nedir? İnsan. Kaç yaşındasın? Saymadım. İstesem de sayamazdım zaten. Her zaman vardım, her zaman da var olacağım çünkü.”
Tolstoy’un Diriliş romanı günümüzün modern insanının kafasındaki kurtçuklara cevap verir nitelikte bir eserdir. Nicedir kütüphanemde beni bekleyen bu romanı okurken klasik eserlerin nasıl klasikleştiğini düşündüm; günümüzün sorunlarını yüzyıllar öncesinden yazan bir yazar olarak Tolstoy’un kaleminden dökülenlerin nasıl da bugün hala geçerli olduğuna hayret ediyorum. Her defasında, her satırında…Esasında pek şaşırmamamız gereken ancak kitabı okurken sanki ilk kez farkediyormuşuz gibi gelen sorgulamalara, romanın ana karakteriyle birlikte şahit oluyoruz: Nehlyudov.
Diriliş, bir adalet ve vicdan sorgulaması üzerine kurgulanmış. Kitabın satır aralarında kaybolurken sık sık “Her insanın polisi kendi vicdanıdır.” sözü akla geliyor. Sadece emniyet müdürlükleri binasının duvarlarında yazan bu söz elbette oldukça klişedir. Öyle ya, yalnızca bir yerlerde yazılı olarak kalan her söz klişedir. Ancak bunu klasik bir kitap ile fark eder, yeni yeni vicdan sorgulamaları yapabiliriz.
Vicdan, vecd yani bulmak anlamına geliyor ki bunun tasavvufta da bir karşılığı var: Allah aşkıyla dolmak. Adalet ise adl yani denge kelimesinden türemiş. Zaman zaman kelimelerin etimolojik karşılıklarını vecd edip yerli yerine oturtmak gerekir, yoksa hep duvarlarda asılı kalan sözcüklerden ibaret bir anlam dünyasına sahip olmaktayız.
Diriliş’te ana karakter Nehlyudov sürekli bir arayış halinde arınmanın peşindedir. Karakterin bir utanç kaynağı olarak gördüğü kendisinin, kitap boyunca adalet sistemindeki karşılığını buluyoruz. Artık kendisi olamayan bir Rus prens, vaktiyle birlikte olduğu Maslova -nam-ı diğer Katyuşa’nın- haksız hüküm yediği davasında ilk kez vicdan muhasebesini yapmaya başlar ve yaklaşık 600 sayfa boyunca bu muhasebenin götürdüğü yollarda geziniriz. Nehlyudov’un tüm çabası kaybettiği kendilik kimliğini yeniden inşa çabasıdır ancak bunu saf ve tertemiz duygularla yaşar.
Tolstoy, bir ceza-adalet sistem eleştirisini en acımasız örnekleriyle anlatır. Akşam evine kaçta döneceğinin, kiminle buluşacağının hesabını yaparak mahkemeye gelen jüri üyelerinin bir insanın hayatı hakkında verdiği hükmün nelere mal olacağını sindire sindire okuruz. Bu yanlış düzenin diğer uzantıları olan hapishane memurlarının sisteme göre suçlu ancak Tanrıya göre suçsuz hükümlülere tutumlarını okurken de yüzümüze aynı gerçek çarpılmaktadır. Tövbe etmek, inanmayan birisini inanan birisine dönüştürebilir. Evet, kitabı tek cümlede özetlemek gerekirse insan vicdanı ile aradığını bulmaktadır, yeter ki insanoğlunun adına hukuk diyerek başkalarına hükmettiği sisteme gözü kapalı sürüklenmesin. Burada Alev Alatlı’nın meşhur manifestosunu anmadan geçmemeli: Yasal olan her hak helal değildir.
Kitapta Nehlyudov ile Katyuşa biraraya gelmeyecektir, ancak Nehlyudov sevdiği kişi uğruna Tanrının adalet sistemine ulaşacaktır. Bunu hapishane koğuşlarında gördüğü manzaralardan, defalarca Çar’a ilettiği dilekçelerden, toprağı ekmek zorunda bırakılmış köylülerden, ceza-adalet sistemini sürdüren vicdansız yargıçlardan, gardiyanlardan, mahkumların hikayelerinden yola çıkıp İncil’e varan yolcuğunda öğrenmektedir.
“Peki sorun ona: Kanunlara uymayı reddedenlere karşı ne yapmalı?
-Kanunlar mı? dedi nefretle. Önce o soydu insanları. Dünyayı ellerinden aldı. Sonra da bütün haklarını…sadece kendisi için…sonra da soymayı, öldürmeyi yasaklayan kanunlar yazdı. Oysa bunlar kendi yaptıklarından önce yazılmalıydı.”
Nehlyudov zamanla anladı ki toplum ve düzen var olmaya devam ediyorsa, bu başkalarını yargılayıp cezalandıran o meşru suçlular sayesinde değil, onların ahlak bozucu etkilerine rağmen, insanların hala birbirlerini sevmeleri ve birbirlerine karşı merhamet duymaları sayesindedir. İnsanın huzurlu olması ancak Tanrının ülkesine erişmekle gerçekleşebilir ne bir aşkın peşinden koşmak ne de devlet büyüklerinin buyrukları insan ruhunun daha önce duymadığı huzuru sağlayabilir. Gerçek özgürlük, kişinin aradığını kendisinde ve inancında yakalamasıyla gerçekleşecektir.
“Önce Tanrının ülkesini ve onun adaletini ara; bütün öteki şeyler sana verilecektir. Bizse öteki şeyleri, dünyadaki zevkleri arıyoruz; elbette ki hiçbir şey elde edemiyoruz. Şu hâlde hayattaki görevim bu olmalı. Bir görevi tamamladım; şimdi başka biri başladı.”
Yeni yeni acılarla karşılaştığımız zor zamanlarda Tolstoy okuyup bulanık zihnimizi güzel bir dostla buluşturabiliriz. Bir dirilişe ihtiyacımız olduğunda dünyadaki zevkleri aramaktansa Tanrının ülkesini aramalıymışız meğer.
O kadar güzel yazmışsınız ki, şu an her şeyi bırakıp kitabı okuyasım geldi.
Mutlaka okumalısınız.
zihninize sağlık .. uzun zamandır bu tarz yazı yazmamıştınız. umarım devam yazılarınızda bu tarzda gelir.
Teşekkür ederim..