Baba Anneyi Öldürdüğünde: Çocuğa Kalanlar

Yazar Hakkında: Fatmanur ALSANCAK

Miras Kalan Sürgün

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben, sizin bir tek ama büyük bir gücünüz...
Devamını Oku

Dr. Gamze Erükçü Akbaş’ın Türkiye’de kadın cinayetlerinde geride kalan çocukların hikayelerini en çarpıcı gerçekliğiyle ortaya koyduğu Baba Anneyi Öldürdüğünde, salt öldürülen kadınların ve çocukların öykülerini ele almıyor, aynı zamanda “ne yapılmalı” yı da gösteriyor. Bu yönüyle, kadınlara dokunan yönüyle, çocuklara dokunan yönüyle, vicdanlara ve adalet mekanizmasına dokunan yönüyle ve zihin dünyamıza dokunan yönüyle okunması gerekli bir kitap. Bir sosyal hizmet uzmanı, talebesi, bu mesleğin akademisine talip biri olarak duyulmayan çığlıkların, görülmeyen darp izlerinin, bilinmeyen ruhsal sorunların ve en önemlisi çocukluğa vurulan bir damga gibi beliren izlerin açığa çıkmasının gerekli olduğunu belirtmektir derdim. Baba Anneyi Öldürdüğünde bu yolda atılmış çok değerli bir eserdir.

Yazar öldürülen her bir kadına memleketin topraklarından akıp giden bir nehrin ismini vermiş. Belki de artık kadınların yolları denizlere, okyanuslara çıksın diye onları akıp giden nehirler gibi özgür bırakmaktır umudumuz. Her kadın cinayeti yakını ile görüşmesinde yazarın sarsıldığını şu cümlelerden anlarız:

“…bu katiller de bir çocukluk geçirmişti, acaba hiç mi başları okşanmamış, hiç mi sevgiyi hissetmemişlerdi? Kim bilir, toplumca yüceltilen erkeklik rolleri ne kadar zarar vermişti kendilerine; “erkekler ağlamaz” denilen toplumda gözyaşları gibi hisleri de buz mu kesmişti?”

Çocuklar her şeyin farkında olan, biriktiren bireylerdir. Çocuklara sorulan her bir soru ile müthiş bir bilgi deposuna sahip oluruz. Erükçü Akbaş da bu gerçeklikten hareketle öldürülen kadınların çocuklarıyla yaptığı görüşmelerde neler yaşadıklarını kaleme almaktadır. Bir sabah uyandığında annesini yatağında kanlar içinde gören bir çocuğun travmasını burada izah etmek için sanıyorum kelimeler yeterli olmayacaktır. Mahkemede baba ile karşılaşma, çevrenin etiketleyen tepkileri, çocukların akrabalarca sahiplenilmesi sorunu, okul başarısında gerilemeler, intihar düşünceleri, kısa süreli hafıza kayıpları, başkalarına duyulan korku, yokluğun soğukluğu, mezara gidemeyişler, acıdan kaçış ve tüm travmatik tepkileri buram buram yaşayan çocuklar, çocuklarımız..

Çok sinirli olan kocasına karşı hep alttan alan …. bir gece kocası tarafından uykusundan uyandırılarak kafasına vurula vurula öldürüldü…

Bir çocuğun dilinden dökülen “ağlamak için içim yanıyordu ama ben ağlayınca tüm kardeşlerim ağlıyordu, o yüzden sustum.” cümlesini okurken bir süre durmak zorunda kaldım. Bu ülkede bir kadının öldürülmesi, yakılarak öldürülmesi, kadının önündeki tüm engeller, çocukların olanlara tanıklığı, bu gerçeklik ne kadar ağır. Bu o kadar iç içe geçen sorunların göstergesi ki okurken vücudunuzun tepki vermemesi içten değil. Bir yandan kadınları ve çocukları korumak için mevcut sistemin sorunlarını öte yandan burada yaşananların çocuklara etkisini aynı anda görüyorsunuz. Bakın olanlar, bu coğrafyanın gerçeğidir! Göreceksiniz, bazı evler mezarlıktır, kulak verirseniz çığlıklar duyulur.

Her bir kadın cinayeti öyküsünden sonra yazar “Nasıl Koruyabilirdik” üzerine yoğunlaşarak yol gösteriyor hepimize. Şiddete sessiz kalan kadınların sesi olmak üzere neler yapılması gerektiğini açık açık gösteriyor ki topyekûn mücadelede ortak akılla hareket edebilelim! Yaptığı kadın cinayetleri araştırmasından edindiği bilgilerden yola çıkarak yazar Erükçü Akbaş bize şu gerçeği öğretiyor:

“Kadın cinayetleri medyada yansıtıldığı gibi “cinnet geçirdi, eşini öldürdü” şeklinde gerçekleşmiyor. Cinayet anlık bir eylem değil, öncesinde çok ağır şiddet biçimlerini içeriyor, öncesinde uyarı sinyalleriyle gerçekleşiyor.”

Bu elbette kadın cinayetlerinin önlenebileceğini işaret ediyor. Kitapta yaşamöykülerine yer verilen kadınların büyük bir kısmı öldürülmeden önce ölüm tehdidi alan “yaşam tehlikesi bulunan kadınlar”dır. Belki de bu tabirin defaatle düşünülmesi gerekiyor: “Yaşam tehlikesi bulunan kadınlar”

Yaşam tehlikesi bulunan kadınlar için atılması gereken bir dizi adım var. Bunlardan bazıları mevcut yasaların uygulanması, bireysel silahlanmada sınırlandırma, boşanmanın bir kriz olduğu ülkemizde boşanma danışmanlığının ve diğer birçok hizmetin sunumu, güçlü kadınların yetişmesi için onların çocukken güçlendirilmesi, çocuk yaşta zorla evlendirmeye karşı gerçekçi ve fonksiyonel önerilerdir. Bu öneriler esasında acil uygulanması zorunlu olan haklardır!

“Peki çocuklar?” diyeceksiniz.

İnsanoğlu varoluşa dair ilk izlenimlerini anne ve babasından alıp kendi varlığına anlam katmaya başlıyor. Onların kimliğinin gölgesinde büyüyor, onların hazırladığı ortamda birçok bilgiye sahip oluyoruz.

Cinayet işleniyor, anne vefat ediyor, baba ise cezaevine gidiyor. Kayıptan sonra yaşanan yas, travma sonrası yaşamsal beceriler, damgalanma, annesizlik ve daha fazlasıyla bir çocuk kalbi nasıl atmaya devam ediyor? Çocuğa herhangi bir anda gelen “baban ne iş yapıyor?” sorusu karşısında içinde hangi fırtınalar kopuyor? Türkiye’de her beş kadın cinayetinden birinde fail cinayet sonrası kendisini de öldürüyor, diyor yazar. Nihayetinde kaç kişi ölüyor yitip gidenle beraber? Babasını affedemeyen çocuklar hem annesini öldürdükleri hem şiddetle geçen çocukluğu hem de mahrum bırakılan tüm hakları için hiçbir zaman haklarını helal etmeyeceklerdir.

“Ben saatlerce mezarlığın üstünde yatıyordum ki annemi hissedeyim.”

Çocukların annelerine duydukları özlem, yalnızlığın gölgesinde yaşanıyor. Ölüme dair şekillenen yeni bir hayat tezahürü, içinde isyanı da kayboluşları da kaygıyla örtülü bir zeminde barındırıyor. Cinayet sonrası kardeşlerden en büyük olanın üstüne aldığı pek çok sorumluluktan biri olarak “kendini anne yerine koyma” hali, anneyle geçen arkadaşlığa benzer yılların bugüne taşınma çabasıdır. Yazar buna “ikame annelik” diyor. Yalnızca psikolojik değil, bakım, ekonomik boyut, eğitim boyutu da en büyük kardeşin sırtlandığı gerçeklikler.

Kitabın arka kapağında da yer alan “keşke annemin öldürülmesine tanık olmasaydık; çok zor bir durum. Sürekli ‘o an’ aklıma geliyor.” cümleleri bu travmatik olayın izlerine dair sık sık yaşanan geriye dönüş (flash-back) anlarını söylüyor bize. Kitapta yazar, profesyonel destek için gerekli mekanizmaları, atılması gereken adımları, bir yarayı sarmak için yapılması gerekenleri bize sunuyor. Çocukların iyileşmeleri için birçok tekniğin altını çiziyor. Cinayetin ardından çocukların iyileşmelerinin zamana bırakılmadan, duygusal ve davranışsal sorunlar geliştirmeleri beklenmeden önlemlerin alınması gerektiğini vurguluyor. Çocukların uygun bakımverenlerle birlikte olması, sosyal ve ekonomik destekler ve çocukların etkin katılımlarına yönelik Aile İçi Cinayet Sonrası Hayatta Kalanlar Ağı’nın varolmasına dikkat çekiyor. Çocukların erkek şiddetine dair duygu ve düşüncelerine kulak vermek, onların sesini duyurmak şiddetin önlenmesinde etkili bir mekanizmayı sağlamak anlamına geliyor. Bunu belirtirken yazar baba şiddetiyle ölen çocukların da olduğunu hatırlatıyor.

Bu bulanık havalarda kimilerine toprak kimilerine cehennem olan geçmişin bıraktıklarına bakarken ben, denize bütün yüreğiyle bakan kadınlar ve çocuklar düşledim. Dalga dalga yayılan sularda diledikleri gibi yürüdükleri ya da hiç taşlanmayan kuşlar gibi gökyüzünde süzüldüklerini gördüm. Gece ışıklarında güzel tınıları dinleyen bir çocuk gülüşünü boyamak istedim duvarlara. Gelin görün ki aklı ve sevgisi olmayan toplumların şiddeti şehvetle yoğurmasından kaçarken buldum özgürlüğü. Bir mum yakmak ve her yeri aydınlatmak için kollarını sıvayanlara selam olsun.

Bu içeriğin etiketleri
, ,
Yazar Hakkında: Fatmanur ALSANCAK

Miras Kalan Sürgün

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben, sizin bir tek ama büyük bir gücünüz...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir