Severek içtiği sert kahvenin üçüncü yudumundan sonra karşı masada oturan soğuk tavırlı, donuk bakışlı kadını fark etti. Dakikalarca hayran hayran baktı. Nutku tutuldu. Soğuk tavırlı ve donuk bakışlı kadının, içindeki ateşi nasıl yaktığını anlatamadı. Sadece baktı.
Soğuğu severdi. Üşümeyi severdi. Üşüyüp sıcak bir ortama girdiğinde rahatlatıcı etkiyi yaşamaktan büyük bir haz duyardı. Kışın soğukta caddelerde gezer, elini ovuşturur ve ayazın burnunda ve kulaklarında bıraktığı kızarmışlığı görmek hoşuna giderdi. İnsanlarda da bunu görünce keyiflenirdi. Kendisi sıcakkanlı sayılırdı. Soğuktan kızarmış burnu ve kulaklarıyla âdeti olduğu üzere kahve içmek için girdiği kafede o kadını görene kadar hayatında pek çok şey sıradandı.
O kadın…
Giydiği boğazlı kırmızı kazakla nasıl da ilk etapta çekmemişti dikkatini? Ne zaman gelmişti, kendinden önce mi yoksa sonra gelmişti bilemedi. Şeffaf olmadığı ve içini göremediği için kadının önündeki bardaktan da anlayamadı. Ama ne olursa olsun canını sıkacağı konu, daha önce göremediğinde kaybettiği zamanın geri gelmeyeceği gerçeği idi. Soğuk tavırlı, donuk bakışlı kadın, yanında oturan kendisine göre ciddiyetsiz başka bir kadınla derin bir sohbete dalmıştı. Anlatıyordu da anlatıyordu karşısındaki kadın. Dikkatini ve ilgisini çeken kadının sesini duymak istedi, gürültüden duyamadı. Zaman zaman boynunu sıkan kazağın boğazını gevşetmesini izlemek bile keyifli bir seanstı onun için. Yüzüne bakıyor, sesini duymaya çalışıyor, elleri ile düzelttiği perçemini görünce heyecanına heyecan katıyordu.
Çocuk gibiydi; kalbi göğsünden fırlayıp çıkacaktı. Heyecandan titreyen elleri ile kahve fincanını soğutmayı göze almıştı. Çok istiyordu kendisine bakmasını. Eriyip, biteceğini bilmesine karşın göz göze gelebilmek için can atıyordu. Ne değişecekti ki? Hiç!
Kafede çalan hafif meşrep müziğin ritmine kapılıp zaman zaman buğulanan camlara gözü takılınca en azından oraya bir şeyler yazarak içindeki volkanın dışarı çıkmasını ve fark edilmeyi istiyordu. Soğuk bir aralık ayında yaşadığı bu his, kalbinin ritmini düşürmüyor, sıcacık hülyalara kendini daldırıyordu. Dalıp o hülyalarda boğulmak istiyordu. Hafif bir gülümseme ile beliren nizamlı ve beyaz dişlerinin, ince zarif ellerinin ve dokunulası o saçlarının güzelliğine nasıl güzellik kattığını açıklayamayacak haldeydi. Kırmızı, kalın boğazlı kazağının kattığı büyü, sağ parmağındaki turkuaz yüzüğün oluşturduğu büyü ile adeta yarış içindeydi.
Soğuk tavırlı, donuk bakışlı kadının sesi, bir tebessüm eylemiyle duyulmuş ve o ses ruh telini yerinden oynatmaya yetmişti. Unutamayacağını düşündüğü bir sesti. Sesi duydukça içine haykıran bir çocuğun susmayacağını düşünüyordu. Elbet bir gün susacaktı. Kadın susmasa da içindeki çocuk geç de olsa susacaktı. Yaşadıklarının kısa süreli bir serüven olduğunu çok iyi biliyordu. Geçecekti, bir iz bırakıp geçecekti. Ya derin ya sığ. Ama geçecekti.
İkinci kahvesi bitmişti. Kemikleri ısınmıştı, burnunun ve kulaklarının kızarıklığı da geçmişti. Isıtanın kahve mi, mekan mı yoksa yaşadığı hisler mi olduğunu sorgulamadan kendine gelmişti. Bu da ayrılmak demekti. Bir kez olsun göz göze gelmiş olmanın vereceği avunmuşlukla bile çıkamayacaktı. Yine de donuk bakışlı ve sıcak gülmeli kadının yaşattığı güzel duygulara minnet duyarak ayrılıyordu. İçinden teşekkürler sıralanıyordu.