1-
Bir zamanlar yeryüzünün bilinmeyen bir yerinde uçsuz bucaksız, karmakarışık bir labirent krallığı varmış. Bu krallıkta pek çok hayvan birbirinden bağımsız yaşar; uzun taş duvarlar arasında durmaksızın çıkışı ararlarmış. Doğrusu işleri epeyce zormuş. Birbirinin neredeyse tıpkısı olan binlerce yolun hangisinin nereye çıkacağını kestirmek imkansızmış. Bu nedenle hayvanların ancak pek azı çıkışı bulabiliyor geri kalanı ise labirentin içinde sürekli dolanıp duruyormuş. İşte, buradaki hayvanlardan biri de beyaz güvercinmiş. Zavallıcık kendini bildi bileli burada yaşıyor ve çıkmak için elinden gelen çabayı gösteriyormuş. Fakat ne yapsa ne etse olmuyor, başaramıyormuş. Oysa o kadar çok merak ediyormuş ki dışarıdaki dünyayı. Hayallerini hep orayla süslüyor, bir gün özgürlüğüne kavuşacağına yürekten inanıyormuş. Ancak diğerleri gibi her seferinde hayal kırıklığı ile karşılaşıyormuş. ‘Tam bu defa oldu kurtuluyorum’ derken önüne çıkan duvarlar ile hayalleri suya düşüyormuş. Gerçekten sonunda çok yorulmuş. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, buradan çıkmanın imkansız olduğunu düşünmeye başlamış. Üstelik böyle düşünen sadece kendisi de değilmiş. Ara sıra yolunun kesiştiği diğer hayvanlar da büyük bir ümitsizlik içindelermiş. Hepsi de bu konuda oldukça karamsarmış. Hatta pek çoğu artık çıkmak bile istemediklerini, buraya alıştıklarını söylemişler. İçlerinden, dışarıdaki dünyanın güvenilir olmadığına inanların sayısı da az değilmiş. Bizim beyaz güvercin her ne kadar dışardaki dünyayı çok merak etse de artık gücünün kalmadığını hissediyor, arkadaşlarına hak veriyormuş.
Derken bir gün yine böyle düşünceli düşünceli yürürken karşısına yaşlı bir kaplumbağa çıkmış. Güvercin, bir “merhaba”diyerek kaplumbağanın yanından geçip gitmek istemiş. Konuşmaya mecali yokmuş. Ancak kaplumbağa pek öyle düşünmüyormuş:
-Sana da merhaba güvercin kardeş. Bir acelen mi var? Biraz sohbet edelim ne dersin, diye hevesle sormuş.
Güvercin keyifsizce:
-Sohbet etmek mi? Doğrusu ne zamandır kimseyle keyifli bir sohbet etmedim sevgili kaplumbağa. Kiminle konuşsam hep aynı şeyler. Çok sıkılıyorum doğrusu.
Kaplumbağa şaşkınlıkla:
-Neden bahsettiğini anlamadım doğrusu. Nedir seni bu kadar bunaltan şey?
-İşte şu sıkışıp kaldığımız taş yığınlarından bahsediyorum. Kiminle karşılaştıysam bir çare bulmak yerine buraya uyum sağlamanın bir yolunu bulmuşlar. Oysa ben buradan çıkmak istiyorum. Dışarıda başka bir dünyanın, daha özgür bir hayatın varlığından eminim. Ama olmuyor işte. Her yolu denedim bulamadım.
Kaplumbağa bilgece gülümsemiş:
-Neden kanatlarını kullanmıyorsun peki, diye sormuş.
-Kanatlar mı, diye sormuş güvercin.
-Evet, demiş kaplumbağa. Sen kanatlarını kullanarak uçabilirsin.
Güvercin şaşırmış. Çünkü uçmanın ne olduğunu bilmiyormuş:
-Bana kimse böyle bir şeyden bahsetmedi ki. Nasıl bir şey bu uçmak? Beni çıkarabilir mi buradan?
Kaplumbağa yukarıyı işaret ederek:
-Başını kaldır da bak. Sonsuz mavilikte uçan, sana benzeyen onlarca güvercin göreceksin, demiş.
Daha önce gökyüzünden haberi bile olmayan hüvercin başını kaldırmış.Gerçekten de güvercinlerin bembeyaz kanatları mavi göğü süslüyormuş. Hayran kalmış.
-Gerçekten de yapabilir miyim acaba, diye sormuş tekrar.
Kaplumbağa:
-Hadi dene, demiş.O güç senin içinde var.
Güvercin yeni keşfettiği kanatlarını çırpmaya başlamış.Evet evet işe yarıyormuş. Yavaş yavaşhavalandığını hissetmiş.Uçabiliyormuş. Minnet dolu gözlerle kaplumbağayı selamlamış. İnanamıyormuş. Artık özgürmüş. Kanatlanarak diğer güvercinlerin yanındaki yerini almış. Hayallerindeki dünyaya uçup gitmiş.Kaplumbağa ise halinden memnun bir şekilde yoluna devam etmiş.
2-
İnsan ruhu kanatlı bir efsane.Bedenimizin her yerine nüfuz etmiş ,onu ele geçirmiş fakat aslında kendisi zapturapt altında bulunan un ufak bir nesne.Daima başımızın derdi fakat aynı zamanda yoldaşımız ruh.Uçmaya meyilli bir kuş.Disipline olmak istemeyen bir avare.Hayaller peşinde bir seyyah.
Ruhumuz.
Ne geldiyse onun bu halleri yüzünden geldi zaten başımıza.Ne verdiysek istemedi.Ne istediysek hep isyanla karşılaştık. Her daim bir kavga gürültü oldu aramızda.Anlaşamadık bir türlü işte ama onsuz da olamadık.. Düşündükçe delireceğiz sandık.Düşünmedikçe aldandık.Arafta kaldık ,taraf tutamadık,çelişkilerle yaşadık.Son çare onu taş duvarların arasına hapsetmeye çalıştık. İyiliği için. Bilindik yerlerde dolanıp dursun, yeter ki kaybolmasın dedik.Gözümüzün önünden ayrılmasın. Sırf bu yüzden kanatlarını hiç anlatmadıkona,,sakladık hatta acımadan kırdık attık..Onun güvenliği içinbencillikle korkaklığı birbirine kattık.Ruhumuzun çocuk yanlarını hiçe sayarak hem ona hem kendimize kötülük yaptıkve kala kala şimdi büyükler için uydurulmuş masallara kaldık.