İnsanlar vardır; anlatır, anlatır, anlatırlar. Olanı – olmayanı anlatır, anlatılacağı – anlatılmayacağı anlatır. O kadar çok anlatır ki anlattıkları anlamını yitirir, önemli – önemsiz birbirine karışır; keşmekeş olur, manasızlaşır. Tükettiği diğer hayat ögeleri gibi tüketir anlattıklarını hoyratça ve kendine saklayacak bir özeli bulamaz. Korkulacak cahillerdir onlar. Bilincin bilgisinden uzak.
İnsanlar vardır; konuşur ama kendini anlatmaz. Kimi çok boştur anlatamaz; kimi çok saklıdır da açamaz. Konuşur havadan, sudan, insandan, toplumdan kendi dışındaki bütün konular ve konukları komik ve acı yanları ile kendi üslubuyla anlatan. Çok güzel muhabbet edeceğiniz, paylaşabileceğiniz sempatik bir arkadaş olur kimi zaman, durmasını bilmeyeni ise geveze bir budala köşe bucak kaçılan.
İnsanlar vardır; iç bükey yaşar. Biraz temkinli, kimi biraz serseri bir tebessümle bakar hayata. Hayat biraz komik bir yerdir trajedisini içinde barındıran, yaşar kısmetinde olanı. İç bükey duyguları kırılgan. İçine akar hayatları, kırıkları içine batar. İçine kanar yaraları. O insanları anlamak da anlatmak da hayatlarının içinde olmak da zordur. İçlerindeki esrarı çözmek yerine içinde esrar olup kayboluşun çekimsizliğinde, çekmeden itmeden yaşamak, hayatlarında yalın bir duruş olmak; “ Olmak ya da olmamak” kadar kolay değildir.
İnsanlar vardır; tarifini bilmediğimiz, görmediğimiz, ‘böylesi de mi varmış’ dediğimiz dünyalılar.
İnsanın anın deviniminde farklılaşması, yabancılaşması, zorlaşması ya da kapıları açıp kendi dünyasına bir Tanrı misafirini alması bir tebessüm, bir bakış, bir damla göz yaşını ne kadar yüreğine bastığına o kişiyi ne kadar kendinde var ettiğine bağlıdır.
Çevrenize bakın insanlar var. İnsanlığının farklında olanlar, farkındalığının güzelliklerini paylaşanlar. Küçük dağları yaratanlar, büyük dağları yaratmak için fırsat bulamayan insanlar.
Çabuk! Bakın çevrenize insanlar var, insanlar yok…