Çift kanatlı bahçe kapısından girdiğinde taşlarla alelade döşenmiş ince yolu izledi. Sağı ve solu saksılarda çeşit çeşit bahçe çiçekleri ile doluydu. En son bu kapıdan ne zaman girdiğini anımsayamadı. Kocaman bir asma ile bezeli çardağa geldiğinde duraksadı. Ne çok anısı vardı burada. Tam da çardağın dört bir yanında sarkan salkım salkım üzümlerin hasat zamanıydı. İçindeki çocuğu uyandırıp tıpkı yirmi yıl öncesi gibi bir salkım koparıverdi telaş ve heyecanla. Ağzına aldığında aynı tadı hissetti sanki. Evin kapısında beliren Meftune teyzeyi bile fark etmemişti salkımı tane tane koparıp yerken. İnce çiçekli dökümlü narin gök mavisi elbisesi, dantel yeleği ve başındaki kar beyaz iğne oyalı yazması ile yanına yaklaştığında , üzüm salkımını arkasına sakladı birden, sonra ikisi de gülümsediler. Çok yemişti bunlardan çocukluğunda. Arkadaşları ile mahallede dolaşıp tıpkı bir pazarı andıran meyve bahçelerinden ne çok nasiplenmişlerdi. “Güzel günlerdi” diye geçirdi içinden hem de çok güzel. Hemen eline uzandı Meftune teyzenin; o pamuk pamuk yumuşak ekmek kokan elleri daha bir zayıf ve damarlıydı. Hüzünlendi, gözleri doldu….Konuşmadan sarıldılar önce sımsıkı, beyaz sabun ve gül kolonyası kokusunu içine çekti uzun uzun. Ellerinden tutup oturttu çardağa İnci’ yi gözleri ışıl ışıl parlayan Meftune teyze. “Hangi rüzgar attı seni buralara” dedi “Anneni kaybettiğinden beridir gelmiyordun.” Gerçektende uzun seneler olmuştu buralara gelmeyeli. Burnunu sızlatıyordu çünkü bu sokaklar bu mahalle bu insanlar.Her köşe başında annesi ve çocukluğu vardı. Her adımda hafızasından çıkmayan o yas günü… “Evet” dedi İnci “Seni görmeye sohbet etmeye elini öpmeye geldim Meftune teyze, hiç değişmemişsin sende de aynı huzur var bahçende de.” “ Değişmez olur muyum yavrum” dedi kadife sesiyle. “Her insan değişir; görünüşü değişmez lakin nefesi değişir, bakışı değişir, acısı değişir. Sen şimdi baktığında bahçedeki çiçeklere yıllar önceki çiçekleri mi görürsün.” Doğru diyorsun dedi gözlerini bahçede gezdirip, o zamanlar yanından geçip durduğum bu bahçe bu çiçekleri görmüyormuşum sadece eşya imiş gördüğüm. Şimdi baktığımda; yaşanmışlık görüyorum emek görüyorum çok haklısın. “Değiştik elbette ama tabi değişmeyenler de var bak aynı yaşama sevincini görüyorum gözlerinde” dedi İnci. “Sağ ol kızım sende daha bir güzelleşmişsin.” Diye gülümsedi pamuk yanaklarıyla Meftune teyze.
Aslında İnci’yi buraya getiren içinde duyduğu garip bir kaybolmuşluk hissi ve son zamanlarda hayatında eksikliğini hissettiği ama bir türlü adını koyamadığı duygu idi. İşinde ve sosyal hayatında ne kadar başarılı olursa olsun yalnız kaldığında onu düşünmeye sevk eden bir anlam arayışı vardı. Ve buna odaklandığın da kendini çocukluğunu geçirdiği küçük mahallesinde bulmuştu. Geçen sabah bir gazete köşesinde ” Aramakla bulunmaz, bulanlar ancak arayanlardır” sözü içini kıpır kıpır etmişti ve ayakları onu çocukluğunun geçtiği bu mahalleye getirmişti.
Meftune teyze vaktinin olup olmadığını sordu yiyecek bir şeyler hazırlamak için ve aldığı cevap karşısında kırışık yüzünde güller açtı. Bu gece misafiri olmayı istediğini söyledi. O zaman gel mutfağa geçelim hem sohbet edelim hem hazırlık yapalım dedi. Eve adımını attığında karşısına ahşap tırabzanları olan ve yer minderleri dizili “hayat” dedikleri oda çıktı. Ne manidar bir isim dedi kendi kendine. Burası günümüzde salon olarak kullanılan misafirlerin ağırlandığı, hoş sohbetlerin yapıldığı odaydı. İçinde hayat vardı ve herkes orada yaşadığını hissederdi. Ramazan günlerinde mahalledeki tüm kadınların beyaz iğne oyalı örtülerini başlarına nazikçe örtüp sabahın erken saatlerinde o odada toplandıkları geldi aklına. Minderler inci gibi dizilirdi, çocuklardan o gün kim o şahane görevi almak için seçildiyse mutluluktan uça uça gül suyu dağıtırdı ve etraf misler gibi kokardı. Mukabelenin ardından ufak bir sohbetin ardından iftar sofraları hazırlamak üzere mis kokulu bahçeden geçerek ayrılırdı herkes yavaş yavaş . “Burası” dedi İnci “Tıpkı çocukluğumda ki gibi.” Meftune teyze gülümseyerek mutfağa yöneldi. Yanına iki sandalyesi olan küçük bir masa, duvarda ki tel terek, fincanların sarktığı çengeller, gök mavisi mutfak dolapları, üzerinde dantel örtüler serili mutfak rafları , renk renk çiçekli porselen tabaklar ve kahverengi nostaljik bir radyo… Antika ürünler satan bir mağazaya gelmiş gibi hoşlandı bu manzaradan gözü gönlü açılmıştı. Dolabın içini açıp bir kavanoz çıkardı Meftune teyze. Kapağını açtığında içeriye yayılan ekşi maya kokusunu duyduğunda meraklandı İnci. Meftune teyze sanki evladını sarar gibi sever gibi eline aldı kavanozu nazikçe açtı, içine kokusunu çekti ve tahta kaşıkla bir parçasını alıp yoğurma kabına aldı. Meftune teyze “Ekmek yapalım ikindi çayına bahçede komşuları da çağırıp yeriz hem seni görmek isteyenlerde vardı” dediğinde içi kıpır kıpır oldu İnci’nin, aynı çocukluğundaki gibi bahçede beş çayı, o tatlı sohbetler, gülümseyen yüzler yaşasın diye çocuksa bir sevinç geldi içinden… “Sen zahmet etme” dedi İnci “Ben mahalledeki fırından ekmek alıp gelirim yorma kendini.” “Yorgunluk olur mu yavrum hem emek vererek sofraya kendi emeğinle bir şeyler yapıp koymak karşındakine sana kıymet veriyorum demektir ben böyle mutlu oluyorum. Hem fırından aldığın ekmeğin mayası ile bu farklıdır. Maya sırdır. Bak bu büyük ananemin mayası , yaşadı bugüne kadar özenle sakladık miras gibi. Sen bununla yapılan ekmek ile fırında yapılan ekmeği bir tutabilir misin.” İnci nin kafası karışmıştı ona göre maya ekmeği kabartan o forma girmesini sağlayan bir malzemeydi ama Meftune teyze gizemli bir sırdan bahseder gibi anlatıyordu. Ve devam etti anlatmaya İnci şaşkınlığını bir kenara bırakıp pür dikkat dinlemeye başladı. “ Fırındaki ekmekler lezzetlidir ama katkılıdır. Ama içinde ki maddelerden dolayı yediğinde lezzetliymiş hissi verir. Ağzımız buna alışır. Şimdi sen bu ekmeği yediğinde bunu damağın yadırgayacak, bildiğin ekmek tadına aykırı gelecek. Muhteviyatına baktığında ekşi maya ile yaptığım ekmek faydalıdır, besleyicidir, sağlıklıdır, içinde seni kandıracak bir şey yoktur. Sadece hakiki buğday ununun ve ekşi mayanın tadını alırsın. Seni kandırmaz ne ise odur. Damağın buna bir alıştı mı diğer türlüsünü yiyemezsin hakiki gelmez sana.” İnci’nin kafası karışmış hem de düşüncelere dalmıştı. Sadece ekmekte değil başka şeylerde de bu hissi yaşadığını düşündü. Bazı arkadaşlıklarında, hayata dair bazı düşüncelerinde, yaşamındaki olaylarda…Sanki hayatında hep fırından alınan ekmek gibi yalancı lezzetlerle dolu nesneler, insanlar vardı ve o hakikatin tadını bilmediği için bu sahte lezzet ona çekici geliyordu; içten içe bu sahteliklerin farkındaydı ve rahatsızlık duyuyordu. İçinde uyanan bu düşünceler onun buraya bu eve boş yere gelmediğini bir daha hissettirmişti. Meftune teyze hamuru özenle yoğurmaya başladı, öyle nazik davranıyordu ki sanki incitmemek istermiş gibi. Geri kalan mayayı da üzerine bir kaşık un bir kaşık su koyup özenle sarıp dolabına kaldırmıştı. Dediğine göre buna mayanın beslenmesi, canlı tutulması deniyormuş ve maya bu şeklide yıllarca bozulmadan, ölmeden yaşayabiliyormuş. Bunlar İnci için çok detaylı ve değişik bilgilerdi. Hamura son halini verirken İnci’ye dönüp az önceki sohbetlerini tamamlamaya devam etti Meftune teyze. “İşte böyle kızım insan da dünyada bir çok şeye meyleder ve onların tadı, lezzeti, şekeri cazip gelir. Ama yine de gönülden mesut olamaz hep kendini metruk hisseder. Çünkü aslında bulmak istediği hakikattir. İnsan; insanlar sever, eşyalar sever, şehirler sever. Ama esas mutluluğu onların perde arkasındaki hakikate ulaştığında gönlünde hisseder.” Gözleri dolmuştu İnci’ nin. İçinden Meftune teyzeye sarılmak geldi, mis kokulu boynuna dolandı ve “Teşekkür ederim ah çok teşekkür ederim” sözleri döküldü dilinden. Hafiflemiş gibi hissetti kendini , iyi ki dedi içinden, bugün işini gücünü bırakıp hislerinin peşine düşmüş ve iyi ki buraya gelmişti. Sanki bundan sonra bir şeyler değişecekti ve bunun Meftune teyze ile çıkacağı yolculukta başaracaktı. Aklına geçen gün okuduğu kitaptaki dikkatini çeken altını çizdiği cümle geldi ve gülümsedi.” Bazı yolculuklar daha yola çıkmadan başlar, hatta bazen çok daha önce”.
Ekmek pişmiş evi mis gibi bir koku sarmıştı. Çardaktaki masaya lavanta nakışlı örtüyü serdi ve ardından ince belli bardakları özenle dizdi. Altın suyuna batırılmış parıl parıl parlayan çatalları ve peçeteleri de yerleştirip ekmeği getirmek için içeri gitti. Ekmek tüm sıcaklığı , gerçekliği, harikulade görünüşü ile masada dilimlenmiş onu bekliyordu. Meftune teyze eline aldığı hasır sepetteki ekmeği uzattı İnci ‘ye ve “ Unutma mayanın sırrı özünde, insanın sırrı içinde gizlidir” dedi. Elinde ekmekle bahçeye çıkarken inci başını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldı ve içindeki sırrı bulmak için kendi kendine bir söz verdi…