
Bir gece yürüyüşünde sokak lambalarının ışığı süzülüyordu geceye, elleri cebinde, kulaklığında ruhunun vokalisti, Sezen. Eşlik ediyordu, kime eşlik ettiğini bilmeden, belki de istemeden. Düşündü, gerçekten hayatta neyi isteyerek kendi için yapıyordu ki. Ne kalelerden, ne hayatlardan geçti bu gecede. Bu şahitliğinin hükmüne attı adımlarını. Bu yürüyüş, belki
de sonu olmayan bir yolculuktu. Koskoca bir oyunun içindeki tek oyuncuda değildi, tek sığındığı limandı. Peki kim kazanacaktı bu oyunu. Dünyevi bedenler mi, özgürlüğüne koşmuş ruhlar mı? Bir evin önünden geçerken baktığında pencereden insanların televizyon izlediğine şahit oldu. Konuşmadan, ifadelerden yoksun bir andı. Aslında yaşamıyorlardı yada zannediyorlardı. Kim doğruydu, gecenin karanlığında yürüyen mi, yoksa kara bir kutuya hipnozlanmış onlar mı? Cevapsız soruda buldu kendini. Devam etti yürümeye, birbirleri ile kavga eden bir çifte denk geldi, sezende kulağında geri dön diyordu, tesadüfün böylesi. Kavgalarının aslında var olmayan bir problemden doğduğunu anladı. Birbirlerine karşı örgütlenen bu cümlelerde, kimdi silah kuşanan yada kimdi doğru olan, sessizliğinde, kulağında tınıyla yürüyen mi, yoksa ufacık kıvılcımlardan dağları yok eden onlar mı? Koydu ellerini cebine, bir cevapsız soru daha. Devam etti yürümeye, havada hoş bir serinlik vardı. Yüzüne vuran rüzgar serinletiyordu, hem bedenini hem yüreğini. Mevsim sonbahar, sararmış yapraklar ayaklarının altına seriliyordu. Bir yabancı yanaştı yanına, yüzüne baktı bir çocuktu, yanakları pembe, nefes aldıkça ağzından çıkan duman, titreyen ellerini ovuşturarak, dedi ki; “Mendil satıyorum, almak ister misin?” Durdu ve derin bir düşünceye daldı. Satın alsa kim için, almasa ne için. Küçücük yüreklerde, kaybolmuş koskoca hayallerdi aslında bu an’ın tercümesi. Bu soruda cevapsız kaldı. Epey soru birikti bu dingin yürüyüşte. Aslında kör sağır bir haykırıştı şahit oldukları. Evden kalelerde, işlerine atlarla koştu insanlar, aslında herkes birer piyondu bu oyunda. Derininde yatan felsefeye kör, oyunu kazanmaya telaşlı. Sürdüler piyon dertleri oyuna, vezirde buldular çözümü ama hiç bir zaman bilemediler kıymetini piyonun.
İçinde bulunduğumuz anların kıymetini unuttuk. Bir kahve sohbetinin, aslında kahverengi suyun verdiği mutluluğun değil, elindeki sıcaklığın hissettirdiği huzurdu, unuttuk. Aslında kendimize kaybolduk.
Şah mat olan hep biz olduk…