TO BE
Varlığın mucizesi küçücük “anlam aralıklarına” gizlenir.
Şöyle yorgunluk sonrası höpürdeterek yudumladığınız bir kahve içimine, bir seyahatin sabahında sıyırdığınız perdeyle gözünüze çarpan yepyeni bir manzaraya, uyuyan bir bebeğin sık nefes alış-verişiyle birlikte alçalıp-yükselen göğüs manevrasına, açlığın ardından gelen buğusu üzerindeki bir çorbaya, özlemin arkasından gelen sıcacık bir kucaklaşmaya, yüreğiniz daraldığında bunu hissetmiş gibi varlığıyla size ulaşan ve sıkışan göğüs kafesinizde bir bağ bozumu çiçekler açtıran bir dost sedasına…
Varlık, kendisini görmeniz için büyük mucizelere ihtiyaç duymaz! Sihirli değnek gerektirmez mesela, Aladdin’in lambasından çıkacak cini de istemez, sizi hayretlere düşürecek doğa üstü güçleri de beklemez…Tek istediği şey büyük resimi oluşturan fırça darbelerindeki tılsımı görebilmenizdir. Bazen sevildiğinden emin bir çocuk şımarıklığında gösterir kendini, bazen tanık olduğunuz yüzünüzü gülümseten toy bir aşığın şaşkın davranışlarında, bazen size gönülden ihtiyaç duyan bir dost yakarışında…
Size sıradan gelen bir sabaha uyandığınızda, o sabaha uyanamamış olanları düşünüp içinizi kaplayan şükran duygusuna siner, soğuk bir yel gibi içinize dolan bir ayrılığın ardından geçen sürenin tamamlanmasıyla tekrar kucaklaşmanın o büyülü duygusuna bazen de…Baktığınız yüksek bir tepeden deniz üzerinden batırdığınız güneşin kızılına, dostla içilen tavşan kanı bir ikindi çayının tadına, bazen de bir su birikintisinin üzerine pıt pıt düşerek yavaşça birbiri ardına ritmik halkalar oluşturan yağmurun nazlı edasına…
Endişeli geçen bir yolculuğun ardından ulaşmayı hedeflediğiniz yere değen ilk adımınızla birlikte içinize yayılan ohhh! ferahlığına, son taksidini ödediğiniz bir borcun üzerinizden kaldırdığı tonlarca yük rahatlığına, yüreğinizi karartan bir duygunun sis gibi dağılımıyla gelen huzurla birlikte bu da geçti yahu hissiyatına siner varlık…
Varlık, hep içinizi bir hoş eden duygularla göstermez elbet kendini. Bazen istediğiniz birinden beklediğiniz bir değeri alamadığınızda içinize dolan değersizlik duygusunun sancısında beliriverir. Bazen bin emek vererek yetiştirdiğiniz can parenizin bir kıymık gibi içinize batan umarsız tavırlarına gizleniverir. Bazen de gözünüzden sakındığınız, her an görmek için can attığınız bir sevdiğinizin ebedi yolculuğuna uğurlamaya sizi şahit gösterir. Çünkü varlık anlamını en çok yoklukla gösterir. Varlığı idrak için faniliği idrak şarttır. Kendinin, sahip olduğun her şeyin, ötesinin-berisinin ve sevdiklerinden her birinin olduğun her anda olmama ihtimalini içselleştirebilmek var olmanın en yüksek bilinç seviyesidir. Geçmişin etkisinden, geleceğin endişesinden sıyrılıp an’da olabilmek, anı iliklerine kadar hissedebilmek varlığın diğer bir hakkını verebilmektir. Sanatla incelebilmek, çıkılan seyahatlerle kendini ve dünyayı daha çok keşfedebilmek, okumakla zenginleşebilmek, zamanı değerli anlamlarla inşa edebilmek de varlığa açılan değerli kapılardır.
Kendinden olmayanı, dünyaya kendin gibi bakmayanı ötekileştirmeden “her insan kendi şartlarının mahsülüdür” yaklaşımıyla sözde değil özde anlayabilmek, herhangi bir yaraya merhem olabilmek için harekete geçmek istemek, hayata gelme amacını keşfetmiş bir insan üretkenliğiyle dünyaya kendi otantik oluşumundan bir iz ekleyebilmek…
En çok da kendinden kendini özgürleşebilmektir varlık!
Ne kadar güzel anlatılmış anlar, yaşanmışlıklar, tadı damakta kalan deneyimler… Harika. 👏👏👏
Içimi ısıtan bir yazı, yüreğine sağlık, teşekkürler.