A(ğ)nam

Yazar Hakkında: Gökhan GENÇ

Burası Gibi Değil

Uzun zamandır görmediğim, ihtiyacım da olmayan ve neden var olduğunu hatırlamadığım bir...
Devamını Oku

Babalarımız, birbirlerine sahip çıkarlar yoldaş olurlar deyip bir küçük oda kiralamışlardı üçümüz kalalım diye. Köyümüz şehre uzaktı, zaten şehirde okula devam edecek olan da üç kişiydik. Okumuş olsaydı birkaç kişi daha onlarda sığardı elbet bir göz odamıza. Kışı çıkarabilmek için erzak depolamıştık ve iki ay da yetirin diye onar lira harçlık vermişlerdi. Hava soğursa yakalım diye birkaç çuval da odun getirmiştik, lakin çok soğuk olmazsa yakmayız, yakamayız diye düşünüyorduk bir akıldan çünkü ne zordu kalmayan köy ormanından, eşek üzerinde yarım çuval odun edip eve getirmek.

Bu ne benim ne oda arkadaşlarımın ne de şehirdeki okul hayatımızın hikâyesi. Bu hikâye; bütün kardeşlerimin önünde utana sıkıla kabul ettiğim iki ay yetireyim diye cebime konulan on liranın hikâyesi.

Osmanlı’dan yadigâr bir vergi türü olan “Ağnam Vergisi” keçi koyun sayısına göre köylüden alınırdı. Mayısta keçiler, oğlaklar artınca vergi memurları yanında jandarmayı da alarak köy köy dolaşırdı. Köylü devletine tabi ki bağlıydı ama verecek parası her vakit olmazdı.

Geçen bahar memurlar köye geldiğinde annem, babam hesaba durdular; zaten on beşi geçmezdi küçükbaş hayvanımız, paralarını ortaya döktüler ama hep on lira eksik sayıyorlardı. On lira da üç oğlaktan alınan paraydı ve bir an ne yapacaklarını bilemediler. Bizim mahalleye sıra gelince annem çaresizlik ve yokluğun verdiği cesaretle yeni doğan üç oğlağı kaptığı gibi ahırın arkasından ırmağa doğru koşmaya başladı. Bir jandarma annemi son anda görüp ne olduğunu anlamadan peşine düştü. Annem köyü çıkıp, ırmağı geçti. Jandarma da onu takip ediyordu, büyük gelen botlarını sığ ırmağa daldırmış alışkın olmadığı için sendelemiş yine de kovalamalaya devam etmişti. Epey devam eden kovalamaca annem yorulunca bitti. Annem bir kayanın dibine oturmuş oğlakları eteğinin altına sokuşturup, saklayabileceğini düşünmüştü. Jandarma eri annemi görünce “a(ğ)nam ne koşarsın neyden kaçıyorsun?” diye sordu. Annem hiçbir şey diyemedi. Nereli olduğu halinden pek anlaşılmayan jandarma etrafı süzdü, akan terlerini silebilmek için kepini çıkarıp yanmış kolunu alnında gezdirdi, bir yandan hızlı hızlı soluyor bir yandan da annemi süzerken dün ki gece nöbetinde annesini hatırladığını hatırlamıştı. Nefes nefese kalan sadece ne o, ne annemdi. Ne olduğunu anlamayan hayvancağızlar ses çıkarıp kıpırdamaya başlamışlardı. Annem sadece susmaya devam ediyordu, onun için saatler geçmiş gibiydi. Jandarmanın nabzının düştükçe, taşların üzerine yığılmaya başlaması annemi de ferahlatır oldu. Annem aslında içinden ne olacaksa olsun oğlakları sefil ettim diye düşünüyordu. Jandarma iyiden iyiye dinlenmiş, ıslanan botları güneşin şiddetiyle kurumaya bile başlamıştı. Ardından gözlerinden yaşlar dökülerek ve kendine kızarak aynı ırmaktan sendelemeden geçerek köye doğru döndü. Annem de hava kararana kadar dağ başında oğlaklarla vakit geçirip eve döndü. Jandarma eri komutanına kim bilir neler söyledi?

Yıllar sonra eksik olan veremediğimiz vergiyi ödemek için başvurduğumda memurlar, artık öyle bir vergi (1962 yılında kalkmış) türünün kalmadığını alamayacaklarını belirtmişlerdi. Ben de üç küçük oğlak yerine üç koyun alıp kurban ettim, annemin ve jandarma erinin hayrına.

Ne zaman elime bir on lira geçse annemin fedakârlığı aklıma gelir. Ne zaman karşımdaki insan bir kelam etmeden anlaşılmak isterse onları anlamak için her yolu denerim. Ağnamlar biter gider, analar hep cennetliktir.

Yazar Hakkında: Gökhan GENÇ

Burası Gibi Değil

Uzun zamandır görmediğim, ihtiyacım da olmayan ve neden var olduğunu hatırlamadığım bir...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir