Eskiler Ne Kadar Eskilerdi?

Yazar Hakkında: Rabia EMEKLİ

Dolunayın Peşinde

O sabah o toplantı olmasaydı ve ben uyuya kalmasaydım, kalkmam gereken saatten...
Devamını Oku

Geçenlerde 1940’ lı yıllara ait bir gazete geçti elime. Nerden bulduğum ayrı bir mevzu! İnsan neye meraklıysa, neye ilgisi var ve ne istediğini biliyorsa karşısına er ya da geç o alanla ilgili birileri ya da somut bir şeyler mutlaka çıkıyor. Dijitalleşen şu günlerde bile gazeteye olan merakım hiç azalmadı ve ben azalmasını da istemiyorum zaten. Elime geçen bütün gazeteleri boşluk bırakmayacak şekilde okumak gibi bir takıntım var. Neyse bunu fazla uzatmak istemiyorum. Asıl konumuza dönelim. Evet… 40’ lı yıllara ait bir gazete buldum. Sayfa sayısı az ve malumunuz sarımtırak renkli, fiyatı 5 kuruş olan bir gazete… Yine kendimi tutamadım ve noktası, virgülüne kadar hepsini okudum. Günümüz gazetelerinden çok farklı; reklam yok, boşluk yok, dil eski Türkçe… Reklam yok dedim ama; öyle bildiğiniz reklamlardan yok! Mesela “baş, diş ağrısı; nezle, grip, romatizmal hastalıklar” için ilaç reklamı; suya sokulmuş bir görseli olan İsviçre saat reklamı var. Bu reklamlar şimdikiler gibi tüm sayfayı kaplamıyor; küçücük, renksiz, bir köşede kendi halinde birer cümlelik reklamlar. Reklamların bu kadar küçük ve az olması dikkatimi çekti. Türkiye’de henüz televizyonun olmaması göz önünde bulundurulduğunda gazetelerde daha çok reklam olmasını bekliyordum sanırım.

Ve ikinci “sahife”-deyim… Sahifede roman bölümleri var. Evet bildiğiniz kitap halinde basılmış edebi romanların bölümleri. Galiba her gün romanın bir bölümünü yazıyorlardı. Böyle bir şey daha önce kimseden duymamıştım; hatta birisi bana deseydi muhtemelen inanmazdım. Başka bir kısımda günün radyo akışı var: müzik (radyo dans orkestrası), konuşma, müzik (her telden), konuşma, radyo gazetesi, müzik (türküler), ziraat takvimi, konuşma (güzel Türkçemiz!), haberler… Geri kalan bildiğimiz şeyler: dünyada olanlar, ülkenin ekonomik durumu, cinayet haberleri vs.!

Buraya kadar olan her şeyi ilgiyle ve hayretle okudum. İlk defa bu kadar eskilerden bir gazete geçmişti elime, her yazılana şaşırmam normaldi sanırım. Ama beni en çok hayrete düşüren kısmın “Günün Tenkidi” kısmı olduğunu itiraf etmeliyim. Bir eleştiri bölümü ve eleştirdiği konu “eski kış gecesi eğlenceleri”.

Boza, mısır patlatmak, kestane kebap, sahlep içmek… Bunlar eski kış gecelerinin birer eğlencesi idi. Bozaya bugün eskisi kadar rağbet yok. Birçokları boza içmeyi dahi hatırına getirmiyor. Mısır patlatmak ise tamamen unutuldu. Bu biraz da iptidai ve kaba bir zevk ve yemiş telakkisi içindedir. Kestane kebap ise bazen yolumuzun üzerine rastlarsa beş on kuruşluk alıp yediğimiz bir nesne oldu. Halbuki eskiden okkalarla kestane alınır, eve götürülür, kış gecelerinde bakır veya sac mangallar kenarında kebap yapılırdı...”

Düşünmeden edemiyorum, 1940’ lı yıllarda bunları yazan köşe yazarı acaba bugün neler yazardı? Her kuşak “bizim zamanımızda…” diye başlayan cümleler kurar, uzun uzun anlatır. “Eskiden, bizim çocukluğumuzda böyle değildi; televizyon yoktu; diz boyu kar yağardı…” bunlar çok tanıdık geliyor değil mi? Hatta düşünüyorum da bu gibi cümleleri ben bile kurmaya başlamışım.

Sahi, bu cümleleri kurmayan bir nesil hiç oldu mu? Yani hiç geçmişe özenilmediği, özlenilmediği, geçmişiyle bugünü eşdeğer olan bir nesil var mıydı? Varsa ne kadar eskide yaşadı? Eskiden kasıtları, kastımız neydi? Eskiler, ne kadar eskilerdi?

Yazar Hakkında: Rabia EMEKLİ

Dolunayın Peşinde

O sabah o toplantı olmasaydı ve ben uyuya kalmasaydım, kalkmam gereken saatten...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir