Mutluluk nedir?
Mutluluk denen şey, ulaşılması gereken bir hedef midir, hedefe giden bir araç mıdır yoksa içi boş, her an patlayabilecek bir balon mudur? Akıllarda deli deli sorular… Ne olduğunu ve ne olmadığını tanımlamaktan ziyade en azından kendisine dokunmasını ve her ne kadar geçici ve kısa da olsa mutluluğa bulanmak ister sanki çoğu insan. “Çoğu insan” diyorum zira mutluluğa ve huzura talip olmayanlar da vardır. Ve düşünülmelidir ki haklı nedenleri de vardır.
Aristoteles gibi, insan yaşamının amacının mutlu olmak olduğunu ya da Schopenhauer gibi hiçbir şekilde mutlu olunamayacağı ve yapılacak en iyi işin en az mutsuzluğa rıza göstermek gerektiği inancını benimseyenler hiç de az değildir. Görülüyor ki Schopenhauer, mutluluğu tatmin kavramıyla paralel düşünüp açıklamaktadır.
Dini inançlarda inananlara vaat edilen sonsuz mutluluk ise güçlü bir motivasyon kaynağıdır. Bunun haricinde yapılan kötü işlerin karşılığında ise sonsuz mutsuzluk ve azabın da ayrı bir motivasyon kaynağı (ters motivasyon) olduğu gerçeğini göz ardı etmeyelim.
Tarihten bu yana mutluluğun kaynağının ve ona nasıl ulaşılacağının yanıtlarını arayan filozofların çıkarımları tüm insanoğlunu tatmin edecek düzeyde elbette olamadı; zira ortada “Ha, demek ki buymuş!” diyebileceğimiz ortak net bir tavırdan mahrumuz. Kaldı ki; bir filozofun tanım ve ifadesi diğerlerini tatmin etmiyor ki filozof olmayanlar tatmin olsun. Felsefe, işte bu yüzden felsefe ya! Kesinliği olsa zaten ona da “bilim” derdik.
Mutlu olmak…
İnsanlığın uğruna neler neler devireceği, kimleri derin mutsuzluğa iteceği, toplum nazarında itibarın zirveleri olarak kabul edilebilecek “ahlak” ve “erdem” denen kavramların bile rahatlıkla hiç edeceği kalın his. Onu elde edebilmek uğruna hakikati gözü kapalı öldürebilecek bir güç. Çünkü hakikat ve anlam aramanın sonunda ne bir somutluk ne de mantıklı bir izah vardır. Yani mutluluk, hakikatten ve mantıklı izahlardan çok uzaktır.
Anlam aramanın ve gerçeğe ulaşmaya çalışmanın nihai sonucu, mutluluğa hasret kalmaktır. Mutsuzluk ve umutsuzluğa talip olmaktır. Yaşamı sorgulamanın, olayları yaşamanın ve hissetmenin verdiği derin bir acının adıdır “mutsuzluk”. Nietzsche, acıların insanı olgunlaştırdığını ve çekilen acıların ardından derin mutluluk ve haz duyulacağını savunurken bunu, kendisinin bile kısmen başaramadığını görmek uygulamanın ne denli zor olduğunu ve daha önemlisi işin vahametini ortaya koyuyor. Nietzsche, acıları mutluluk için bir basamak görse de bunun bir teori olarak kalacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Mutluluk…
Kısa soluklu ve ince kalp çarpıntısı.
Sahte bir kıpırtı.
Küçük ve anlık bir haz.
Mutluluğa inanmamamın ama mutsuzluğa inanmamın nedenlerinden biri işte bu kısa, sahte ve anlık his. Çelişki mi? Değil. Şayet varsa mutluluk, bunu hissettiğiniz süre ile mutsuzluğu hissettiğiniz süreyi kontrol etmenizi öneririm. Bendeki dağlar kadar farkı hissederim de anlatamam.
Evet, mutluluğa inanmam ama mutsuzluğa dibine kadar inanırım. Çünkü birini yaşa(ya)mam diğerini kalın ve yoğun yaşarım. Ve belki de bendeki mutluluğun tanımı sadece “kısa heyecan”dır. O yüzdendir beni keyifli gördüklerinde “Mutlu musun” sorusuna “Hayır, sadece mutsuz değilim” cevabını vermem.
Peki, insanoğlunun elde etmesi gereken, mutluluk mudur, huzur mudur? Her ikisi midir, hiç birisi midir?
Ben, mutlu olmaya değil huzurlu olmaya talibim. Ne de olsa inanmadığınız şeye talip olamazsınız.
Mutluluk denen hayalet bir şehrin meydanına ulaşmak isteyenler, sizler de bu uğurda tatmin olmanın keyfini çıkarın.
Mutluluk bir kiz çocuğunun babacığım demesi kadar kolay ve basit. Ayrıca mutsuzluk olmasaydi mutluluk değerli olur muydu ? Belkide kisa ve anlik olmasıdır onu değerli kılan. Tabi sizce de değerliyse 😉