Yaşam Pınarı

Yazar Hakkında: Rukiye TÜZEL

Denge

Evrendeki her şey denge üzerine kuruludur ve insan bedenide zaten özünde, içsel...
Devamını Oku
Rukiye TÜZEL

 

“İki kent arasındayım. Biri bilmiyor beni, öteki artık tanımıyor…”

                                                          Jean Paul Sartre

Hayattaki rolünün hep arada kalmak olduğuna inanır bazen insan. “İki ‘şey’ arasında kaldım” der. Annemle babam, iki arkadaş, iki ev, iki araba, iki okul, iki öğretmen, iki erkek, iki kadın, iki aşk… Uzar gider bu liste. “Sanki bir kararsızlık, net olamama durumu hakim üzerimde” diye düşünür. Kendini yer bitirir, isyan eder. “Niye ben?” “Bunu neden yaşıyorum?” Seçemez de, vazgeçemez de! Bazen de “işin içinden çıkamıyorum, kendimi bütün olayların tam da ortasında buluveriyorum. Tüm sorumluluk, yük benim sırtımda gibi hissediyorum” der. Yorgundur, yılgındır. Fakat “her ortamda, her durumda arabulucu ben olmak zorunda kalıyorum. Ben olmasam bu arkadaş grubu dağılır, annem babam boşanır, bu iş batar, patron herkesi kovar” masalına inandırır kendini. Çünkü o, dengenin ta kendisidir. Bu, aslında sadece bir illüzyondur. Arada kalırken kurban, arabulucuyken kahraman… Bu bir ceza mı, yoksa bir ödül mü? Yaşamı şekillendiren roller, seçimler, iyi ve kötü senaryolardır. İşin özü neye nereden baktığımızdır. Arada kalmak ya da arabulucu olmak aslında su elementinin ruhumuzdaki yansımalarıdır. Su elementimiz zayıfsa yaşam pınarlarımız da kurur. Güvensiz, katı, sezgilerini kullanamayan, duygularını ifade edemeyen, duygusal boşluk içerisinde oradan oraya savrulan kimliklere bürünürüz. Hayatımızı zavallı bir kurban olduğumuz inancıyla sürdürürüz. Tek bir damla su okyanusta bile yok olmaya mahkumdur. Tutunmak isterken, bir olalım, çoğalalım derken  o uçsuz bucaksız okyanusa karışır, kendini kaybeder ve akışta yok olur. Fazlaysa da bütün problemlerin üstesinden gelen, her durum için mükemmel çözümleri olan, herkesin hayatına muhteşem dokunuşlar yapan, dünyayı kurtaran bir kahraman olduğumuza inandırırız kendimizi. Ama bu oyunun, bu cüretkarlığın içinde kendimizi kaybederiz. Aşırı hassas, duygusal, yardımsever, mantıktan uzak, başkalarını düşünmekten kendini ihmal eden bir kimlik benimseriz. İkisi de dengemizi bozar, bizi biz olmaktan alıkoyar.

Su elementi; bir araya getiren, birleştirendir. Nasıl her damla su birbiri ardına sıralanır, artar, çoğalırsa; yaşam da su elementiyle büyür, beslenir. Su zengindir, hayat verir. Alışkanlıklarımıza bağlı olma, sahip olduklarına değer verme, kıymet bilme enerjisi oluşturur. Bu yüzden ikili ilişkilerin yaratıcısı, kurtarıcısıdır. İlişkileri oluşturan ve devam ettirendir.  Aşkı tezahür ettirme gücü de su elementine aittir. Nazım Hikmet “Aşk, bazen gitmekle kalmak arasında verdiğin en büyük savaştır.” der. Bu savaşta egoyu yenen, gururu susturan, “Ben”in sesini kısan su elementidir. Su; en bilge ve gizemli elementtir. Uysaldır, suyun bu duygusal mizacı ateş elementini dengeler. Besler, can verir, bu yönüyle de toprak elementini ateşler. Halden hale dönüşür, buhar olur hava elementiyle birleşiverir. Dolayısıyla  su, her koşulda bir arada durmayı, tutmayı başarır. Birlik beraberlik ortaya çıkarma gücü çok yüksektir. Bu yüzden de ilk görüşte aşk, su gurubu üyeleri için çok sık rastlanan ve kolaylıkla yaşanabilen bir deneyimdir. Aşkta derinliğin, devamlılığın, uyumun sembolüdür. Eksikleri ortadan kaldırır. Tamamlar, bütünler. “Hiçbir deneyim yarım kalmasın” der. Çünkü yarım kalan her an, duygu ya da yaşanmışlık insana yük olur. Bizi yavaşlatır ve ağırlaştırır. Zihnimizi işgal eder. Pişmanlık ve suçluluk duygularına sebep olur.

Su elementi dengede olan insanlar; aynı zamanda şifacıdırlar. Sezgisel yönleri ve maneviyatları çok güçlüdür. Metafizik ve spiritüel  konulara olan ilgi ve yetenekleriyle göze çarparlar. Hayalperest, yaratıcı ve ilham vericidirler. Sadece kendileri için değil, etraflarındaki insanlar için de büyük bir şifa gücüne sahiptirler. Bir kelimeleri, bir tavırları, sıradan bir halleri bile farkındalık uyandırabilecek, şifaya aracılık edebilecek potansiyeldedir. Toplumsal aydınlanmada rol alırlar. Birlik, anlayış, hoşgörü kavramlarına önem verir ve yaymayı da görev edinirler. Özgürlük ve saygı onlar için en önemli kavramlardandır. Tam bir doygunluk hali içerisinde, huzurlu, barışçıl bir kimlik benimserler.

Su elementi; anlamayı, derinleşmeyi, idrak etmeyi temsil eder. Epiktetos’un da dediği gibi “Kimseyi övmeyen, kimseye küsmeyen, kimseden yakınmayan, kimseyi suçlamayan olgun insandır.” Suyun görevi haklı haksız aramadan, yargılamadan, beklentide olmadan, tepki vermeden bir araya getirmek ve kaynaştırmaktır. Denizler farklı türlerde, renklerde, şekillerde sayısız canlıyı içinde barındırır. Su, bulunduğu kaba uyum sağlar. Bünyesinde çeşitli türlerde maddeleri eritip özümser. Su elementi de yaşamdaki farklılıkları bize kabul ettirir, hoşgörüyle bakmamızı sağlar. İyiyi, güzeli, dengeyi büyütür, her şeye karşı özverili, duyarlı ve kabul de olmamızı sağlar. Bize her rengin, şeklin, türün, canlı ya da cansızın en derinindeki manaya bakmayı öğretir. Yaşam pınarlarımızı bu olağanüstü çeşitlilikle beslemeyi ve büyütmeyi öğütler.

 

“Farklılık, farklı yaklaşımlar, farklı fikirler olduğu için hayat zengindir. Hiç kimse üstün değildir, hiç kimse aşağıda değildir. İnsanlar basitçe farklıdır.”

                                                                                                                                                                Osho

Yazar Hakkında: Rukiye TÜZEL

Denge

Evrendeki her şey denge üzerine kuruludur ve insan bedenide zaten özünde, içsel...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir