
“Hayatın çeşitli güçlüklerine karşı üç şey hediye edilmiştir: Ümit, uyku ve gülmek”.
I. Kant
Hayata gözlerimizi açar açmaz bir çaba içerisine gireriz. Dış dünyaya alışmak, bedenimize alışmak, çevremize alışmak… Sonra anne babamıza, evimize, yaşam tarzımıza alışmak… Çünkü bunların hiçbiri henüz bize ait değildir, biz de onlara. Her şey çok yenidir. Ve biz adına “yaşam süreci” denilen bir yeniliğe uyanmışızdır. Bu yenilik içerisinde zaman zaman içimizden geldiği gibi davrandığımızda azarlanır, bastırılır, genel geçer kurallara göre şekillendirilmeye çalışılırız. Daha biz dünyada yokken anne ve babalarımız yerimize kararlar vermiştir, üzerimize hayaller kurmuşlardır. Hatta pek çoğumuzun mesleği bile biz doğmadan belirlenmiştir. Zamanın en popüler ya da kazançlı mesleği bize uygun görülmüştür. Bir de bize uygun görülenler arasında anne ve babalarımızın olmak isteyip de olamadıkları vardır. Asıl soru bizim için doğru olan hangisidir? Annemizin yapmak isteyip yapamadıkları mı? Babamızın başarmak isteyip başaramadıkları mı? Bizim için seçilen, en uygun, en doğru diye tanımlanan kimlikler, roller ya da meslekler mi? Peki, biz kimiz? Bu kargaşada fırsat bulup hiç sorduk mu kendimize? Büyük ihtimalle çoğumuz sormayı akıl bile edemedik. Böyle bir sorunun varlığından bile haberdar olmadan yaşadık. Çünkü kendimiz olmayı her deneyişimizde bir sorunla yüzleşmek zorunda kaldık. Suçlandık! Hatalı bulunduk! Dışlandık! Azarlandık! Belki de cezalandırıldık! Bu kadar baskıdan sonra bize uygun görülen kimliklerden birini seçtik, benimsedik mecburen. Çünkü en fazla buna izinliyizdir. Doğal olarak, bu kadar arbededen sonra “kendimiz olmak” bilinçaltında bizim için sorunla, olumsuzlukla bağdaştırılır. Farkına bile varmadan “kendin olmak” kaçınılası bir şey olup çıkar. Deneyimlerimiz bize bunu öğretir.
Yaşam süreci denilen tecrübenin etrafında dönmesi gereken “Ben kimim? Beni en çok ne mutlu eder?” sorularıdır. Kimse bu sorularla ilgilenmez. Gerçek seçimlerin, “senin olan” “içinde sen olan” seçimlerin sorulmaz. İsteyip istemediklerin de sorgulanmaz. Hayatında sadece senden beklenenler vardır. En akıllı, en başarılı, en iyi olmak… Gururlandırmak… Görev insanı olmak… Bütün bunların insanın sırtına yüklediği o büyük sorumluluk duygusuyla, ayakta kalabilmesinin ne kadar zor olduğu da hiç umursanmaz. Senin misyonun birilerini gururlandırmakmış gibi gösterilir. Buna inanır, o kandırmacanın içinde kendini kaybedersin. Çalışırsın, çabalarsın; daha çok çalışır, daha çok çabalarsın. Mükemmel olmaya çalışırken, muhteşem bir deneyim olan yaşamı kaçırırsın. Sonra sırasıyla isteklerini, heveslerini, mutluluğunu, en son da umutlarını yitirirsin. Role kendini tamamen kaptırırsın. Belki de rolün hakkını verir “en iyi” olursun. Fakat özün, gerçek kimliğin yok olur, yaratılan “Sen” ler var olmaya devam eder. En sonunda makine gibi çalışan duygusuz bedenler, ruhsuz insanlar oluveririz. F. Nietzsche “İnsanların tarih boyunca farkına vardıkları aşılmaz zorunluluk, bu zorunluluğun ne aşılmaz ne de zorunlu olduğudur” der. Bize dayatılan hayatları yaşamaktan vazgeçip kendi seçimlerimizle yolumuza devam edebiliriz. Kendimiz olmayı seçebiliriz. Özüne sahip çıkabilmek, kendin olabilmek için gereken en önemli gücün denge olduğuna inanırım. İnsan bedensel, ruhsal ve enerjisel olarak dengeliyse aşamayacağı engel, üstesinden gelemeyeceği sorun yoktur. Dengeli bir insanın ayakları yere sağlam basar. Kolay kolay onu yıkabilecek bir şey çıkmaz karşısına. F. Nietzsche’nin de dediği gibi “En yüksek dağlara tırmanan kimse bütün acıklı oyunlara, acıklı yaşayışlara güler geçer”.
Yoga’da her iki ayak tabanı üzerinde kollar ve başın yukarı doğru dimdik tutulduğu kolay ama güçlü bir poz vardır. Bu poz “Tadasana” dağ duruşu diye adlandırılır. Mükemmelliği çok sade, basit bir poz gibi görünürken, derinlerinde mükemmel bir denge duruşu olmasından kaynaklanır. Tadasana; beş elementin de dengede olduğu çok özel asanalardan biridir. Özündeki o derin manasıyla (her şeye rağmen dimdik ayakta) dağ duruşu, zihnin odaklanmasını sakin, telaşsız bir hale bürünmesini sağlar. Dağ duruşunda vücut bir dağ gibi tüm zorluklara, müdahalelere karşı kendini korur. Tüm dünyayla bir olur. Beden sarsılmaz, dış etkenlere kapalı, kendi mükemmelliğinin farkında ve kendini bir bütün olarak ortaya koyabilen bir dengeye sahip olur. Yolundaki tüm engellere karşı koyar ve kendi seçimini, kendini mutlu edeni yaşar. Yaşam sürecinde de gözlerini bu dünyaya açtığın andan itibaren yoga felsefesinde olduğu gibi karşındaki her koşul ve engel için mükemmel bir denge ve dimdik duruşla kendini aramak, kendini savunmak, özünün farkına varmak ve özüne sahip çıkmaktır asıl misyonumuz. Dostoyevski’ nin de dediği gibi “Kendi yolunda yanlış gitmek, başkasının yolunda doğru gitmekten iyidir.”