Sihirli Işıklar

Yazar Hakkında: Rukiye TÜZEL

Denge

Evrendeki her şey denge üzerine kuruludur ve insan bedenide zaten özünde, içsel...
Devamını Oku
Rukiye Tüzel

İnsan bazen kendini öyle bir kısır döngünün içinde bulur ki… Ne yaparsa yapsın çıkamaz, kurtulamaz. Günler, aylar, yıllar geçer. Zaman akıp gider. O sanki aynı saatte, aynı günde takılıp kalmış gibi hisseder. Hep aynı anı yaşar, ne kadar çabalarsa çabalasın yerinde sayıp durur. Bir adım ilerleyemez. Zaten çaba içerisinde olduğumuz durumlar biz çabaladıkça daha da çıkmaza girer. Çünkü çözüm durduğunda, sakin kaldığında gelir. Aslında, huzur, dinginlik, kabule geçmek insanın yol alabilmesini sağlayan şeydir. Diğer türlü yaşam durur, tüm yollar tıkanır. Sonra insanın ruhunda isyanlar, vazgeçişler, korkular baş gösterir. Yaşamı  daha da çekilmez kılar. Yaşam enerjisini alıp götürür. İnsanı akıntıya kapılıp giden hatta akıntı da kaybolan ruhsuz, cansız bir bedene çevirir. Dönem dönem o ruh yeniden umutlanır, bir ışık belirir. İşte o ışık boşluktur. O kadar  dolmuştur ki yaşam, ruh, beden her şey… Anlık bir boşluk hissi belirir. Masum, minik bir farkındalıktır bu. Bir işaret, belki de bir mucize… İnsan sonunda” Bu kısır döngüler kırılıyor mu acaba?” der. Bitti mi? Yaşam yeni bir evreye doğru ilerliyor mu? Heveslenir hemen ufukta gördüğü ışığın sihriyle. O boşluk gerçekten de  kendini görmek, yolu bilmek, yönü belirlemek için bahşedilen olağanüstü bir ışıktır. Boşlukta olmak, durup şöyle bir bakmak, perdeleri kaldırır. Bizi gerçeğe, durumun vermek istediği mesaja ulaştırır. “Devam et” der. Önce dur, sakince bir bak. Kaydetmeden hiçbir duyguyu… Hisset! Yaşa! Ama biriktirme. Çünkü biriktirmek dengeyi bozar. Sonra süresi dolan, geçmişte olup biten her şeyi arkanda bırak ve yürü. İşte yola devam edebilmeyi, sonuca ulaşabilmeyi mümkün kılabilme gücü sadece akaşaya aittir.

Hindistan’da “akaşa”, Yunanistan’da “eter”… Temelde ise boşluk. Dört elementin çalışmasını sağlayan ve duyguları içinde barındıran beşinci ve en ulvi element olarak kabul edilir. Plato “ Tanrı eteri galaksiyi yaratıp şekillendirmek için kullandı” der. Eter; diğer dört elementi meydana getiren ana maddedir. Yaşamda en büyük ıstırapların metanetle kabul edilebilmesini ve hatta en muhteşem duygulardan bile çok kolay vazgeçebilmeyi mümkün kılar. Ölümü de yaşamı da, aşkı da ayrılığı da, derdi de dermanı da normalleştirir. Eşitler. Hatta siler, yok eder. “Her şey insan içindir” olgusunun yaşam bulmuş halidir. Kamil insan olmanın yegane yoludur. Nikola Tesla, “Tüm elementler birincil maddeden, parlak bir eterden gelir.” der.  Eter, ışığı sembolize eder. Tanrıların yaşadığı ve nefes aldığı saf öz olarak bilinir. Tanrısallık, yücelik ışıkla bağdaştırılır. Eter de insana yaşamda yolunu bulması için hediye edilen efsunkar bir ışıktır. O ışıkla aydınlanır insan. Yüklerini bırakır, bağımlılıklarından kurtulur. Antik Yunan Mitolojisi’nde ise en gizemli unsur olarak betimlenir. Beden ve ruh arasında aracılık görevini üstlenir. Plato’ ya göre en saydam element “eter”dir. Bilimsel olarak ışığın yayılımıyla özdeşleşir. Mitolojik olarak ise maddenin algılanamayan hali ruhla bütünleştirilir. İnsan o boşluk hali içinde ruhunu tanır, anlar ve kim olduğunu bulur. Kendi olmayan her şeyden sıyrılır. Böylece tüm bedensel yüklerinden kurtulur, hafifler ve ruhu huzura erer.

Akaşa; tüm duyguların da kaydedildiği yerdir. Akaşik kayıtlar yaşama yön veren smritiler yani duygu hafızalarımızdır. Yaşanmışlıklarımızın bütün izleri, duygu durumları kaydedilir ve smritide tutulur. Bu kayıtlar aslında yaşam yolculuğumuzu belirleyen mihenk taşlarıdır. Mutluluğumuz da mutsuzluğumuz da bu kayıtların eseridir. Smritide  tutulan tüm negatif duygular yaşamdaki zehirli sarmaşıklarımızdır. Yaşamı çıkmaza sokup, bizi en hazin sona götürmekle görevli gibidirler. Oysa ki smritiyi boş, temiz tutmak bizi kolaylıkla kusursuz bir hayatın merkezine yerleştirir. Eter; tutunduklarımıza, çıkmazlarımıza, saplanıp kaldıklarımıza ışık saçar. Umberto Eco “Belleğin işlevi sadece korumak değil, aynı zamanda atmaktır. Tüm hayatınızdaki her şeyi hatırlarsanız, hasta olursunuz.” der. Tavsiye edilen duygusuz bir yaşam sürmektir. Akaşik kayıtlar oluşturmadan, oluşan kayıtları da temizleyerek… Olan her şeyin geçip gitmesine izin verip sadece tanıklık ederek… Boşlukta ve boşlukla ilerleyerek…

Akaşa; ne kadar hızlı dolarsa, yaşam o kadar zorlu bir hal alır. Belirsizlik, eksiklik, azlık hissi sarar ruhumuzu. En kötüsü de bu doluluk hali bize bir süre sonra hastalıklar, depresyonlar, ayrılıklar, borçlar, iflaslar çekmeye başlar. Felaket senaryoları yaşamımızı sürekli işgal eder. Akaşa doluyken her şeyle aramıza mesafe girer ve bir iletişimsizlik hali baş gösterir. Hiçbir şeye ulaşamaz oluruz. Hayatımızda pek çok şey tıkanır kalır, akmaz hale gelir. Smritiyi boşaltmak, yaşamı keyifli ve çok basit bir oyuna dönüştürür. Küçük bir çocuk gibi düşer kalkar, ağlar güler ama oyuna hep devam ederiz. Yolu tıkamaz, başımıza gelene aldırmaz, telafisi olmayan çöküşlere maruz kalmayız. Çünkü sadece anı yaşar, anın tadını çıkarırız.

Ne gariptir ki, akaşa elementi yaşlanmayla da doğrudan bağlantılıdır. Kibar, düşünceli, sağduyulu diye tanımladığımız insanlar çabucak yaşlanır, bedensel deformasyona uğrarlar. Aksine duygusuz, düşüncesiz, rahat insanlarsa hep genç, dinamik ve sağlıklı bir görünüme sahiptirler. Yılların izleri onlara uğramaz. İç sesimiz bunun adaletsizlik, haksızlık olduğunu söyler. Yaşam ise bize “Hem fiziksel hem ruhsal olarak iyilik haline sahip olmak istiyorsan duygusuz ol” der. Duygusuzluk algılandığı gibi hissizlik, duyarsızlık demek değildir. Nötr kalabilmektir. Yaşanan olayın geçip gitmesine izin vermektir.  Boşluk hali, akaşa bu yaşamda sadece kendini seçebilmektir. Kişinin gençlik hatta ölümsüzlük iksiridir.

Akaşa; yeniliğin, güzelliğin, farklı deneyimlerin temsilcisidir. Doğa insana nasıl uçsuz bucaksız bir genişlik hissi verirse, akaşa da insana hoş bir ferahlık hissi verir. Tüm bedeni, ruhu rahatlatır, nefes aldırır. Eskiyi bıraktırır, yeniye yer açtırır. Yeni bir ‘ben’ yaratmamızı sağlar. Kısacası her yaşanmışlıktan ve bunun sonucunda oluşan duygudan sonra iyi ya da kötü diye ayırt etmeden, kaydetmeden, tutunmadan derin bir nefes alıp yüklerimizi bırakmamıza yardımcı olur. İnsan bazen yaşadığı güzel deneyimlere bağlanır kalır. Yol alamaz hale gelir. Yaşanmışlıklarımız, deneyimlerimiz, duygularımız ne kadar muhteşem olursa olsun, temel prensip biten her şeyi özgür bırakabilmektir. Kendimizi boşluğa, huzura teslim etmektir. Bağımlılıklar olmadan yaşam özgürce aksın ki özümüzü bulalım. Öze varalım. Yaşamın sihrini keşfedebilmek, mucizeleri yaşamımıza dahil edebilmek için alan açalım.

 

Yazar Hakkında: Rukiye TÜZEL

Denge

Evrendeki her şey denge üzerine kuruludur ve insan bedenide zaten özünde, içsel...
Devamını Oku

5 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir