Ömür Bakkaliyesi

Yazar Hakkında: Şenay Şapaloğlu Taş

Koku

“Bir gün anıların arasında kaybolmak isterseniz kapatın gözlerinizi ve kokuyu takip edin....
Devamını Oku

Uyandı ve nakışlı perdeyi kenara çekip dışarıya baktı Sami Bey. Hava griydi ve yoğun bir sis kaplamıştı sokağı.  Zaten kaplamasa da odasının dar sokağa açılan penceresinden görebildiği, sadece iki metre mesafedeki evlerin çamaşır dolu balkonlarıydı. Aşağıya baktığındaysa iki arabanın zar zor geçtiği arnavut kaldırımlı yolu ve anlamadığı gençlik yazılarıyla dolu duvarları olan eski püskü dükkânları görürdü.  Neyse ki Ömür Bakkaliye ’si vardıda baktığında bir nebze gülümsemesine vesile oluyordu. Bu mahalleye taşındığı günden beri her gün mutlaka uğrar, gazetesini alır, sahibi Tahir Bey ile iki kelam etmeden oradan ayrılmazdı. Tahir Bey konuşabildiği nadir insanlardandı.Sami Bey, insanlardan ziyade kendi kendine konuşurdu, sanki ayrı bir dünyası vardı ve o dünyada başka kimseye yer yoktu. Küçüklüğünden bu yana severdi yalnızlığı, kimseyi kendine kafa dengi görmezdi. Mahallede yaşıtları koşturup oynarken o etrafı pürdikkat inceler, gördükleri üzerine düşünür, tahliller yapardı. Bunları paylaştığında da “ya oğlum bırak, oyuna gel” cümlelerini duydukça iyice içine kapanır,yalnızca kendine söylerdi düşüncelerini.

Kalkması için demir karyolasından doğrulup Münevver Hanım’a seslendi. Münevver Hanım usulca kalktı, terliklerini giyip her zamanki sakinliği ile mutfağa gidip çaykoydu. Kahvaltılıkları masaya dizip “ekmek alıver” diye seslendi Sami Bey’e.  Sami Bey, Ömür Bakkaliyesi ’ne girip Tahir Bey ile kısa bir hasbihal ettikten sonra ekmeğini alıp eve döndü. Apartmana girerken soğuk demir kapıya dokunduğunda aynı düşünce yokladı zihnini. Neden buradaydı, oysa şimdi köylerindeki küçük balkonlu evlerinde, taşfırından çıkardığı ekmeği sobasında ısıtıp, elma ağaçlarını izlerken kahvaltısını yapabilirdi. Bu demir kapı yerine ağaca, yaprağa dokunabilir başını kaldırdığında gökyüzünü, kuşları görebilirdi.  Derin bir iç çekti kahvaltı masasında.  Münevver Hanım bu haline alışkın olduğu için oralı olmadı “ bugün Ayşelere gideceğim komşu oturması var, sende akşam gelirken balık al kendine” dedi.  Münevver Hanım ne zaman bir yere gidecek olsa Sami Bey balık alır kendi pişirir, yerdi. Sevmezdi balığı Münevver Hanım,Sami Bey’in sevdiği birçok şey gibi.  Sami Bey yeni evlendiklerinde de ısrarla köyde kalıp tarımla, hayvancılıkla uğraşmak istemiş, Münevver Hanım ise“şehre gidelim orada rahat ederiz, sen bir iş tutar gider gelirsin ben de evi çekip çeviririm” demişti.  Ama köy hayatı hep içinde kaldı Sami Bey’in. Sabah hayvanlarına baktığı, sebzelerini ve ağaçlarını suladığı, çocukların bahçede koşturup oynadığı, akşamlarıysa ay ışığında toprak kokusu eşliğinde çayını yudumlayıp huzurla yatağa gittiği bir hayat vardı hayalinde.  Bahçeye baktıkça tıpkı çocukluğunda ki gibi otlarla ağaçlarla düşüncelere daldığı,bunları kendiyle değil de eşiyle paylaştığı huzurlu bir ömür hayallerini süslüyordu.  “Tamam Hanım balık alırım “ dedi sakince.  Aynaya bakıp kravatını düzeltti, emektar kahverengi deri evrak çantasını alıp yola düştü. İş yeri neyse ki yakındı tıkış tıkış otobüslerde, dolmuşlarda gitmek zorunda olsaydı daha da içerlerdi. Yolda sakin adımlarla kendi kendine konuşarak gidiyordu. Dilinde kaç gündür radyoda dinlediği pek hoşuna giden şiirin mısraları vardı:

Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir.

Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı

aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların

sınırlarını aşmadıkça zaman zaman,

yaşamak nasıl yenilik

olur tükenmek değil de?

 

Yaşamak nasıl olurda bu kadar düz olur dedi içinden. Sabah kalkıp işe gitmek, bütün gün kafanı işlerle meşgul etmek,ardından eve gelip iki lokma bir şeyler yiyip biraz televizyon seyretmek ve yatağa gitmek, yaşamaktan sayılır mıydı?  Bir zamanlar bunu değiştirmek istedi Sami Bey, eve küçük bir kitaplık aldı, içine Sahafçılar Çarşısı’nda gezerken gördüğü dikkatini çeken,kapağı hoşuna giden kitaplardan, dergilerden koydu. Akşamları iki sayfa da olsa okumayı alışkanlık haline getirmek istedi. Hayata dair yeni şeyler öğrenmek, yeni fikirler edinmek, o fikirleri kafasında ölçüp tartmak hatta paylaşacak birini bulursa paylaşmak…Lakin çok uzun sürmedi bu isteği. Akşamları işten gelip eline her kitap aldığında “ hah bir bu eksikti, zaten akşama kadar yoksun gelince de eline şunları alıp susuyorsun” diye söylenmeye başladı Münevver Hanım.  Münevver Hanım televizyon izlemeyi, programlardaki hadiselere kafa yormayı, sonra komşularıyla bunu tartışmayı severdi. Sami Bey’le de yapmak isterdi ama Sami Bey bunu insanların özel hayatının bu kadar ortalıkta olmasından duyduğu rahatsızlıktan dolayı istemezdi, ilgisini de çekmezdi. Zamanla kitaplar tek tek eksilmeye, yerini dantel örtüler, küçük biblolar, örgü şişleri ve kâsedeki leblebiler almaya başladı. Bir şey demedi Sami Bey, evde huzursuzluk olmasını, Münevver Hanım’la tartışmayı hiç istemezdi. En sonunda kitapların hepsi gitti ve kitaplık küçük oturma odalarının ıvır zıvır eşyalar konulan nadide bir parçası oldu.

 

İş yerine vardığında çantasından peçetesini çıkarıp masasını şöyle bir sildi ve yerine oturdu. Her zamanki açık çayı geldi önüne. Çayını içerken mesai arkadaşlarının sohbetlerini istemeden de olsa her gün dinlemek zorunda kalırdı. Bitmek bilmeyen alışveriş maceraları, komşu çekiştirmeleri, diğer serviste çalışanların dedikoduları, devlet adamları eleştirileri… Hiç sonu gelmezdi bunların. Ama Sami Bey bunların hepsinin gereksiz lakırdı olduğunu düşünür,günü kayda değer bir cümle kuramadan yine içten içe konuşarak bitirirdi yanlarında. Onlarda pek tuhaf bakarlardı Sami Bey’e. Sıkıcı, demode, ruhsuz diye konuştukları olurdu ardından. Yahu bu adam dünyaya, modern hayata, insanlara nasıl bu kadar kapalı olabilir diye söylenirlerdi. Bilmezlerdi ki Sami Bey’in konuşmak, paylaşmak istedikleri başka, hayata bakışı başka. Hızlıca çayını içip en huzur bulduğu yere yöneldi her zamanki gibi. Arşiv sorumlusu olmak hayatta severek yaptığı en nadide şeydi. Tozlu raflarda dolaşmak, dergilere kitaplara dokunarak rafları düzeltmek, arada bir içinden rastgele çektiği sayfaları okumak onu fevkalade mutlu ederdi. Bazen rast geldiği bilgilere heyecanlanır, odasına çıktığında herkese anlatmak ister lakin karşılaşacağı umursamaz tepkileri bildiği için bunu yapmazdı. Yeni öğrendiği her şey de çizgili yüzünde derin bir gülümseme belirirdi.İşlerini toparladıktan sonra usulca vedalaşıp çıktı iş yerinden. Bu kez sahilden dolaşarak eve uzun yoldan gitmeyi tercih etti. Bir banka oturup denizi izlerken yaşamak istediklerini, güzel çocukluk günlerini,hayallerini düşündü.  Derin bir iç çekip “yaşamak bu kadar basit olmamalı” dedi. Deniz havasını bol bol içine çekti, Münevver Hanım’ın tembihlediği gibi balığı aldı ve evin yolunu tuttu. Münevver Hanım eve gelmiş televizyonunu açmış oturuyordu. “ Ben geldim hanım”deyip mutfağa geçti. Emektar balık tavasını çıkarıp pişirdi yemeğini, ufak da bir roka salatası yapıp oturdu sofraya. Bilirdi balık yerken yanına bile uğramaz Münevver Hanım ama yinede seslendi;  “yemeğe buyur Münevver Hanım, pek güzel oldu palamut tam mevsimi”. Cevap bile gelmedi Münevver Hanım’dan, televizyona dalmıştı. Mutfağı toparlayıp yanına gitti Sami Bey ve Münevver Hanım başladı hemen komşu toplantısında duyduklarını anlatmaya. Hiç bitmezdi mahallelinin yaptıkları. Başını hafif hafif sallayıp dinlermiş gibi görünse de Sami Bey, Münevver Hanım onun bu yorumsuz halinden sıkılıp “ aman seninle de iki çift laf edilmiyor” diyerek yatmaya gitti her zaman ki gibi. Hep aynı senaryoydu yaşadıkları, Sami Bey daha kaç kez birbirinin aynı günleri yaşayacağını düşündü.  İç geçirirken zihni yine köy evine gitti. Şimdi orada yaşasa konu komşu bahçedeki sedire toplanır,bir semaver çayı demler, topraktan mahsulden sohbet ederlerdi. Nasıl verimi artırırız diye düşünür yahut geçmiş büyüklerinden bahseder onların deneyimlerinden nasıl faydalanırlar kafa yorarlardı. En azından faydalı işlere yorulurdu kafaları. Çizgili pijamalarını giyip bu düşüncelerle yatağına gitti Sami Bey.  Günler bir müddet daha böyle geçti gitti ömründen.

Bir sabah kalbinde bir sızı ile uyandı. Bu kez camdan bakmaya dahi mecali yoktu. Kalbini tutarak kalktı yatağından Münevver Hanım’ı uyandırıp.  Ömür Bakkaliyesi’nden ekmek almak üzere çıktı evden. Merdivenlerden inerken bile zorluyordu bedeni onu.  Bakkala zar zor attı kendini. Yığılıp kaldı Tahir Bey’in önünde. Tahir Bey başını kucağına koydu ve kravatını gevşetti. Sami Bey’in dudaklarından sessizce bir cümle çıktı. “ Bugün diğerleriyle aynı olmayacak Tahir Bey ama yaşamak gibi ölüm de böyle basit olmamalı”. Gözlerini kapatırken derin bir uykuya dalar gibi usulca veda etti hayata Sami Bey. Münevver Hanım kahvaltı masasında “gelirken balık alıver bugün Ayşe Hanımlara gideceğim”   demek için epeyce bekledi.  Ama aynı cümleyi bir daha kuramadı. Çünkü yaşamak böyle basit değildi ve günler birbirinin aynı gibi geçip gidemezdi ömürden.

Yazar Hakkında: Şenay Şapaloğlu Taş

Koku

“Bir gün anıların arasında kaybolmak isterseniz kapatın gözlerinizi ve kokuyu takip edin....
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir