Seküler Bir İtiraf Ayini

Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Özgürlük Sanrısı

Zannettiğimiz kadar özgür müyüz? Havada uçuşan söylemler, kulağımıza sık değen kelimeler bir...
Devamını Oku

Gece bakışlı bir kadın girdi odaya!

Düşünülerek ve zerafetin içinden süzülerek seçilmiş kıyafeti, hepsini tepesinde topladığı özenli saçları, görüntüsüne farklı bir ciddiyet katan turkuaz renkli gözlük çerçevesi ve özgüven belirtisi dik yürüyüşüyle, turunç kokan parfümünün kattığı rüzgarı bırakarak geride kendisine gösterdiğim yere serildi narince.
Gözlerini şöyle bir etrafta gezdirdi, sehpanın üzerindeki mor menekşelere eğilerek kokusunu içine çekti, birbirinin üzerine attığı, öne çıkıklığı ile dikkat çeken diz kapaklarının hemen altına kenetleyerek bakımlı ellerini, hafifçe gülümseyerek hoş bir tanışma selamı verdi. Duruşunda şimdiye kadar görmeye alışkın olduğum iç çelişki ve ruh dağınıklığının yüzüne yansımış danışan hallerinden farklı bir bilinçlilik sezdim. Kendinin, gidişatın ve hayatın ağrılarının farkında bir insandı! Kendinin farkında olanların hikayesi bende hep heyecanla harmanlanmış merak uyandırırdı. Aynı ruh hizasına gelip, tüm dikkatimi ona verip, bakışlarının derinine inebildiğimde fark ettim gözlerinin gecesini, ruhundaki bazı karanlık yerlerin oradan sızabilme becerisini…
Herkesin parmak izi gibi kendine özel hikayesiyle geldiği bu odada hayatın ritmini hikayelerle izlemek ve bu hikayelerle kendimin de karanlık yerlerini keşfetmek en büyük zenginliğimdi. Yeryüzünden hikayeler kaldırılsa, yaşamların anlamı çöle dönerdi.
Post modern çağın değer verdiği hemen hemen her şeye sahipti derin bakışlı kadın: iyi bir eğitimi, günde yüzlercesinin cv gönderdiği, elde etmek için kırk takla attığı iyi bir şirkette iyi bir işi, etrafında vakit geçirebileceği bir dolu kişi ve entellektüel aktiviteleri vardı. Ama yaşadığı hayatla ruhundaki tatminsizlik çelişki halindeydi. Nereden geldiğini anlayamadığı dalga dalga yayılan müthiş bir huzursuzluk, anlamsızlık, boşluk, sığlık…Sanki -mış gibi hayatların maskeli balosundaydı. Bir yerlerde kaybolmuştu, orada sinyal yoktu, kapsama alanı dışındaydı ve doğru adrese ulaşacak yol tarifi almak için buradaydı. “Anlamı keşfe çıkanlar kulübüne” bir soylu ruh daha. “Anestezi çağı” diye adlandırılan ve insanı maddesel olan bir dolu dış uyarıcıyla uyuşturan bu zamanda sorgulamak gibi hayatın en kıymetli duygusuna neşter atmak müthiş bir cesaretti. Bazen bulmak için kaybolmak gerekirdi. Bu kayboluş, doğru adrese çıkacağının sinyaliydi. Onca yıl, şu an elde ettikleri için uğraştığı onca çaba elbetteki boşa değildi, belki de insan bu elde edişlerle birlikte daha derin anlamları idrak edebilirdi. Orta yaşlarıyla birlikte bedenine farklı bir bilinç inmişti ve sadece kendisi için yaşadığı bencil içerikli hayatı fark etmişti. Oysa hayatta daha ulvi, daha derin, daha anlamlı değerler olmalıydı. Ne yani, insan bu dünyaya sadece popüler çağın ona biçtiği değerleri elde için mi gelmişti? Eğer öyleyse onların hepsini elde etmişti, peki bu ruhundaki sızı niyeydi? Evet, bu hayattan mezun olmaya gelmişti, zaferden değil seferden sorumlu olduğunun da bilincindeydi. Kendisinin bir bütünün minicik bir parçası olduğunu ve o bütünün hayatına dokunamadığı sürece de anlık hazlardan ibaret gönlünü gerçek mutluluklara açamayacaktı. Bir yol, bir el, bir harita, bir soru, bir susuş, bir hal lazımdı!
Modern Psikoloji’nin babalarından İrvin Yalom, psikoterapiyi: “ Biri diğerinden biraz daha fazla dertli iki insanın buluşmasıdır.” derken işte bu anlardan bahseder. Aynı yaraları almış insanlarla buluşmak, onları yaralarından tanımak ve o yaralarda kendinle karşılaşmak… Yarasını yaramıza dokundurarak mucizelere kapı aralamak… Kendimize benzeyen ruhları hep seçebilmek, kendini o ruhlara yakın hissedebilmek, orada konaklamak istemek hayatın mucizesi değil de neydi? Benim kayboluşumu bu adrese çıkaran da ruhumdaki bu çatlaktı. Hayatımın anlamını anlatılan bu hikayeleri dinlemekte ve bu hikayelerin sahiplerine daha farklı bir ışık düşürebilmekte buldum. Şimdi sıra bir diğerinde. Bir mumun alevinden, binlerce mum yanabilir.
Doğru soru sormak ya da hikayenin akması için doğru yerlerde susmak, günün tam ortasına vurmuş bir çift gözün gecesini aydınlatacak fener tutabilmek. Bazen hal dili ile de orada olabilmek. Bazen bir cümle ile karşındakinde bir ampul yakabilmek, ümit verebilmek. Bir varlığa seçenekleri olduğunu, hayatın olasılaklar içinde var olduğunu göstermek onu özgürleştirmek değil miydi? Yara sana ışığın sızdığı ilk yerdir.” derken ne güzel söyler Mevlana. Bazen dert gördüğümüz şey, bizi ileriye taşıyacak en iyi fırsattır. Bazen en eksik gördüğümüz yanımız bizi en tama yaklaştıracak silahımızdır. Hayatta her şey zıddıyla tezahür etmez mi? Herkes kendi gözündeki perdelerden mesul değil mi?
Leonard Cohen’in o müthiş şarkı sözlerinin ezgisini danışanımın hal ve duruşundan işitir gibiyim: “There is a crack in everything that’s how the light gets in.” “Her şeyde bir çatlak var ve ışık oradan sızar.”
Yazar Hakkında: Gül AYYILDIZ

Özgürlük Sanrısı

Zannettiğimiz kadar özgür müyüz? Havada uçuşan söylemler, kulağımıza sık değen kelimeler bir...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir