Susmanın Sorunsallığı

Yazar Hakkında: Cemil Er

Sohbetler (Boşluk)

•Bu durumun ruhumuza açtığı yarayı düşünemiyorum. ~Kesinlikle. Ancak asıl problem böylesi güç...
Devamını Oku

“Bizde anlamsız şiir denince, bir şey söylemeyen, bir şey anlatmayan şiir sanılıyor. Olur mu öyle şey! Bir şey anlatmamanın en kestirme yolu susmaktır.” diyor Oktay Rifat. Sözlükte ise “susmak” kelimesinin anlamı şöyle ifade ediliyor: “konuşmasını kesmek, konuşmaktan kaçınmak ya da hiç konuşmamak.” Hem edebi hem sözlük tanımı üzerinde dikkatle düşünüldüğünde fiil, somut anlamının yani eylem halinin dışında yorumlanabilecek farklı anlamları barındırmaktadır.

Oktay Rifat, susmak durumunu “anlam” ile pekiştirirken Türk Dil Kurumu bunu sadece “sessel” bağıntının bitmesi olarak açıklıyor. Bu iki sonuç bende bir kaç soruya cevap arama isteği uyandırıyor.

Sanatçı eğer hem Oktay Rifat’ın söylemi hem de TDK’nin tanımındaki gibi sessiz kalma durumunu gerçekleştirirse susmuş olur mu?

“Susmak” fiili eylem olarak yerine geldiği zaman, içerik olarak da yerine gelmiş olur mu?

Kelimenin kullanımından sonra ortaya çıkan tavır neye yol açar?

Sözcük anlamının dışında kalan etki nedir?

Açıkçası bu sorularıma, susmanın sanat üzerindeki etkisine bakarak ele almanın peşindeyim. Biliyoruz ki her sanat dalının dili, işleyişi ve envanteri farklıdır. Ama bu durum onların birbirleri içinde kullanılıp zenginleşmesini engellemez. İfadesi ne olursa olsun her sanat dalı, sanatçısının susmalarındaki içsel sesini de barındırır.

Duyguların sesidir bir yanıyla sanatını icra eden. Böyle bir durumunun nesnel veya sanatsal karşılığı olduğunda ise susmak fiili neye, kime karşı olursa olsun amacını yitirmiş olur. İçsel durumla, Oktay Rifat’ın anlatmamakla kastettiği susmak eylemi “tavır” kaybı yaşarken, TDK’nin kelime anlamına göre de susmak eylemi “ses” kaybı yaşar. İki durumda da susmak fiili, kendiyle çelişen bir başka anlama dönüşür. Bu çelişkili durum meselemizi sonuçlandırmaz tam aksine onu körükler ve kelime artık anlamsal bir evrim geçirdiği için zihnimize daha derin telkinlerin yolunu açar. Sonucu iyi kavramak adına şöyle örnekleme getirelim. Özellikle toplumların çeşitliliğe karşıt olan siyasal ve düşünce yapısında ortaya çıkan seviyesiz tartışma ve linç etme politikaları, sanatçı adına “ben artık sessiz kalmayı seçiyorum” durumunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Onun sessiz kalmasındaki tavrı, “konuşmaktan kaçınmak” üzerinedir. Sesin, sessizliğe bürünme meselesidir bu yaptığı oysa içinde bulunduğu durum artık sadece söylem sessizliğidir. Bu belki bir anlamda sanatçının kendini koruma içgüdüsüdür.

Böyle bir sonuçta sanatçı sanatını istisnai bir durum olmadıkça bırakmaz; üretmeye devam eder. Ürettikçe de susma eylemi

devam edemez. Fiilimiz böylece kelime tanımının dışında, koşulların etkisiyle pisiko-felsefe düzleminde bir anlama ulaşır.

Veysel Çolak, susmanın toplumla ve sanatla ilgisine şöyle bir sav getiriyor:

“Hitler’in toplama kamplarında görev yapanların Goethe okuyup Schubert dinledikleri biliniyor. Bu noktada yanlış olan şeyin doğru saptanması kolay değil. Büyük romantik Goethe’de faşizmi besleyecek ne olabilir? Sonra Schubert’in uçuşan notalarının bir faşistin tabancasında mermiye dönüşmesinin nedenini çözümleyebilmek olanaksız gibi. Geothe okuyup Schubert dinledikten sonra savunmasız insanları katledenlerle konuşulabilseydi neler söylerlerdi acaba? Galiba sanattan, edebiyattan, şiirden kuşkulanılması gereken bir noktada duruyoruz. Görünen o ki sanat yapıtları gereksinilen insaniliği sağlayamıyor gibi. Modernizmin, daha doğrusu postmodernizmin, dille dünya arasındaki buluşmayı parçalayışı; sözel sanatların bitişi gibi görülüyor. Bazı şairlerin yazmamaya karar vermesinin nedeni bu olabilir mi? Sanatın, şiirin yerini dolduracak en büyük insani eylemin ‘suskunluk’ olacağını savlamak ise düşünülmesi gereken bir başka nokta.” Bu örnekten görüldüğü üzere, susmanın gerçek anlamı dışında pisiko-felsefe düzeyde irdelenmesi gerekliliğidir. Bunun yanı sıra insan davranışları savaştan yana da olsa haksızdan yana da olsa vahşileşmeden yana da olsa insanın sanata ihtiyaç duyduğu bir gerçeklik vardır. Sanatın, duygulara kıvılcım yaratan bir olgular dizisini de harekete geçirdiği yadsınamaz.

Tepki olarak gelen bir suskunluk davranışı bile sanatçısını düşünmekten alıkoyamaz. Düşüncelerin olduğu yerde de susmanın var olamayacağı bir zihin vardır. Aklın arka planında “tavır” ve “ses” yaratmadan düşünceler sürekli konuşur. Hatta daha ilerici bir şey söylemek gerekirse sanatın, insanın en yalnız ama en yaratıcı halidir suskunluk. Bilinç düzeyine ulaşan insanın, iç sesiyle konuşmama olasılığı var mıdır? Susmak, tepkinin eylemi olurken bu eylem suskunluğun işlevselliğini hiçbir zaman kaybettirmez. Görsel sanatların (resim, mimarlık, oymacılık gibi) ortaya çıkardığı eserlere dikkatle bakılıp görsel sanatlar anlaşılmaya çalışılırsa bu eserlerin konuştuğunu görebiliriz. Hatta sanatçının, nesnelere aktardığı duygu ve düşüncelerini yapıtlarında bazen öylesi güçlü hissederiz ki sanki onları duyabiliriz. O yapıtları anlamak gözüyle bakarken şöyle demez miyiz yanımızdakine veyahut kendi içimize: “ne anlatıyor, ne anlıyorsun?” Böylesi sorular onun bizle konuşma biçimidir. Bu bir bakıma sanatsal bir nesnenin içinde barındırdığı sesinden, suskunluğun o güçlü sesinden olsa gerek.

Sıradan halk üzerindeyse susmanın daha farklı yansımaları görülebilir elbette. Haksızlıklara, zulme karşı susmak; kabul etmek, sinmek anlamını taşır. Sanatçı üretimine devam ederek kendine bir çıkış yolu bulabilir ama halk yığınları için özgürlüğünde söz sahibi olamamasının sıkıntısını ancak uzun süreçler içinde anlayıp hissetmeye başlar. Susmak, dikta rejimlerinde bir halkın sonunu getirebilir. Veysel Çolak’ın verdiği örnek ve oluşan sonuçların yaşanmış olması ibret gibi durur tarihin içinde. Savaşı düzeltmek için eli kolu bağlı harekete

geçemeyen ama içsel buhranından kendini kurtarmak isteyenler, içinde bulundukları durumlarını düzeltmek, iyileştirmek, değiştirmek için belki de sanata başvurmuşlardır. Suskunluklarını sanatla konuşturmuşlardır. Susmayan, sesini yükselten, susarken düşünen, susturularak öldürülemeyen insanların varlığı bir yaşam cephesini açar. Bu cepheye sanat, bağıl yoğunluğu temsil eden bir etkiyle katılır.

Susmak, ruhsal bir hastalığı/buhranı davet edebilmeye de gebedir elbette ama sanatçı bu duruma sanatıyla bilerek/bilmeyerek bir panzehir yaratır.

Her ne şekilde olursa olsun susmak yaratıcıdır. Pisiko-felsefe düzeyde bir anlam, kişilik arayışının yanında kişiyi güçlendirir. Ruhun aynasında kendisiyle tanışmasını sağlar. Yerinde konuşmanın, kendinin ve bir başkasının suskunluklarını dinleyip dile getirebilmenin, nesnel bir karşılık olarak suskunluğu üretebilmenin sanırım sanatla nefes bulan bir bağı olsa gerek.

Bu içeriğin etiketleri
, , ,
Yazar Hakkında: Cemil Er

Sohbetler (Boşluk)

•Bu durumun ruhumuza açtığı yarayı düşünemiyorum. ~Kesinlikle. Ancak asıl problem böylesi güç...
Devamını Oku

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir