Hakkın hukukun başmuhafızı, kale gibi yıkılmaz ve yılmaz bir savcı… Adalet terazisinde milim sapma göstermeyen, dünya yansa doğrudan şaşmayan otoriter ve kararlı bir hakim… Her an her şeyi didik didik inceleyen, sorgulayan, hesap soran korkusuz bir müfettiş… Şefkati dünyayı kuşatacak kadar geniş, merhamet timsali bir ana…
Bunların tümü tek bir ruhta birleşip insan adlı alemi yurt tutmuş; adı vicdan. Bir de aynı alemde mesken tutmuş zevk düşkünü, menfaatperest, hak tanımaz ve tüm alemi kendinden ibaret gören cevval biri daha var ki, adı nefis.
Vicdan, içinde bulunduğu bedenin arzularına, menfaatlerine ve beklentilerine göre konuşmaz. Adildir, hakkaniyetlidir, merhametlidir. Doğruyu kendiliğinden bilir, hep dosdoğru söyler. Üstelik, görmezden gelmez, neme lazım demez. Sözünü bir haksızlık veya yanlışlık yapılmadan önce söyler, uyarır; cürüm işlendikten sonra ise failini yargılar ve mahkum eder. Cürmün büyüklüğüne göre verdiği hüküm bazen günler, bazen yıllar, bazen bir ömür geçerlidir. Ne unutur, ne de susar. Onun için doğruluktan sapanı, menfaatçilik yapanı, adaletten şaşanı, göz yumanı, hak yiyeni, ezeni, üzeni, için için durmaksızın rahatsız eder.
Vicdandan kurtulmak mümkün değildir; onu susturmanın tek yolu ise uyutmaktır. Ne ilginç ve acı ki, insan nefsi bu konuda çok mahirdir ve bu becerisini ninni tadında bahaneler üreterek gösterir.
Geçmişten dem vurur: Zamanında ne zorluklar çekmiş, ne haksızlıklara uğramıştır; kimse ona sahip çıkmamıştır; buralara gelene kadar hep fedakarlık yapmıştır; zaten bugüne değin kimseye zararı dokunmamıştır.
Başkalarını anlatır ve kendinden bozuk olanlarla kıyaslar: Ne yapsın düzen böyledir; kusursa bile herkes kusur işlemektedir; kurallara zaten kimse uymamaktadır; bir kez yapmakla bir şey olmamaktadır; çok daha kötüsünü falanca kişiler defalarca yapmıştır; kendisi bu yüzden pek geride kalmıştır; hakkı yenmiş sayılmalıdır; bu yaptığı aslında hakkını korumaktır; mutlu, zengin, güçlü olmak en çok onun hakkıdır.
Ve geleceğe ilişkin vaadlerde bulunur: Bunu da elde etsin hep dürüst olacaktır; bu badireyi de atlatsın çok adil davranacaktır; ortalık düzelirse hiç haksızlık yapmayacaktır; hele o zevki de tatsın bir daha elini sürmeyecektir; bundan sonra asla sadakatsizlik etmeyecektir; falanca günden sonra kendini frenleyecektir.
Heyhat, vicdan uyanık kalmasını sağlayacak şeylerden mahrum bırakılmışsa, bu kadar uyuşturucuya dayanamaz. Yumar gözlerini; dili susar…
Vicdanı uyutmuş bir nefsin önünde “özürlüğünü” kısıtlayacak pek bir engel kalmaz. Zira çoğu insan yaptığı kötülükleri görünür yerde ve şekilde yapmaz; gözlerin görmediğini gören vicdan uykudayken yapar.
Dünya, hızla bir kötülükler yurduna dönerken -zaten hep öyle değil miydi diyenler haklı olarak çıkacaktır- herkesin başına polis dikmek ve her cürmü yakalamak, soruşturmak, yargılamak mümkün olmadığına göre, bu durumun (yahut gidişatın) tek bir çaresi var; vicdanları uyandırmak!
Körelmiş, hatta ölü olduğunu varsaydığımız vicdanlar nasıl uyanır? Vicdansız diye adlandırdığımız insanların bile, derin uykuda hatta komada da olsa, bir vicdanı olduğunu kabul ederek işe başlayabiliriz. Affederek, merhamet ederek, merhametten medet umarak çalabiliriz zilleri! Hakkı ve sabrı tavsiye ederek açabiliriz perdeleri, vicdanın göz kapaklarına vursun diye aydınlığa yol verebiliriz. Ne olursa olsun, dünya yansa yıkılsa, iyilikte, doğrulukta, diğergamlıkta, fedakarlıkta,adalette ısrar ederek vicdanları silkeleyebiliriz. Uyandırabiliriz! Bıkmayarak, usanmayarak vicdanın gücüne inanarak yapabiliriz. İnanmak başarmanın yarısıdır, inanırsak vicdanlar uyanacak!